Sen ölmüştün
Derinin yaydığı gri ışıktan anlamıştım
Ölürken sen de onların çıkardığı tuhaf seslerden çıkarmıştın
Öyle aptaldı ki suratın
Hacminin hudutları öyle katı
Değip dokunuşlarla şımarttığın bedenin
O gülünç enkaz
Artık sırtlanlar için mükellef bir kahvaltı
Tahta yerine beton blok
Defter yerine sustalı
Senin yerine başka biri
Bunlar bir kenarda dursun
Buna karşın
Âdem’in ilk refleksi
Yedi oğullu bir yasavul
Kel birinin yumurta pişirmesi
Bunlar durmaz
Bir sustalı, beton blok ya da başka biri
Bunlardan koruyamaz kimseyi
Sen diriyken
Boşluk daha boştu
Varmak kelimesi mastarlı bir hal
Daha yaşarken farkına vardın
Bizimle eşit hızda çürüyüp
Bu fantastik pornodramın hazzına vardın
Biz hazırlandık o sıra
Sen oyalandın
Âtıl ellerin birbirine değerek övdüğü masallarda
Annelerin çocuklarını korkuttuğu o yalandın
Geçti şeker kokuları sürünüp çıktığın sokaklarda süründüğün günler
Geçti sandığın yaran bir geçitti
Değiştirdi altındaki zeminle saklandığın göğü
Ölüsün artık
Teninin soğukluğu içinde buğu
Öldün ve ziyan ettin eve dönmek için sakladığın suyu
Renksiz, kokusuz, tatsız bir şey aldı canını
Sen hiç görmeden, sana hiç değmeden tam beynine saplandı
Sahne değişir sonra
Burası tam da müziğin yavaşladığı
Herkesin nefesini tuttuğu yer
Herkes hep öyle kalacak şeyler yapar
İyileşmek için geçen süre boşa gider
Kızgın demirle alakasız yerlerin dağlandı
Elde nüshalar, vasat spazmların ilanı ve sıfatsız bir kuşku
Öldün ve ardından şöyle dediler
“ilk defa kıramayacağı bir şeye dokundu”
İyi hissettirdi bu söz en yaşlı olanına
Sırasıyla, ellerini yıkadı, tütününü koklayıp güneye giden birinden durarak uzaklaştı
Henüz bilmiyorlar
Sonra hepsi sen daha çocukken su verdiğin ağaca asıldı
Var bir bildikleri
Ama henüz bilmiyorlar
Onlar kapıyı açmadan önce silahını kurar
Yaktığı tanıdık cesetlerle geceyi aydınlatırlar
Dört bir yanlarında beden sıvıları ve envai cürufla bezeli duvar
Orayı buradan görmek istiyorlar
Hepsi bu kadar
Onur Ocak, Buzdokuz, Sayı:1, Eylül – Ekim 2020