Söyleşi: Ali Yoksuz, Hayriye Ünal, Nalan Kurunç
Komet ressam ve sanatçı yönüyle daha çok tanınıyor. O, aynı zamanda iyi bir şair. Komet’in en son Hakikat vs. kitabı çıktı. Önceki beş şiir kitabını da odağımıza alıp şiir ağırlıklı konuştuk; fakat Komet şiirleri, resimleri ve kişiliği ile nadir bütünlükte bir değer. 4 Temmuz 2020 tarihinde Komet’le Cihangir’deki evindeki buluştuk, söyleştik. Oldukça rahatsız olduğu halde ve Covid-19 pandemisi koşullarına rağmen bizi sevecenlikle ağırladı, gülüştük, her köşesine sanat/edebiyat kokusu sinmiş evinde mutlu bir yarım gün geçirdik; kendisine teşekkür ederiz. Komet şiirler seslendirdi. Şuradan biri dinlenebilir. Söyleşinin dergideki sonunda yeni bir şiirinin henüz oluşurkenki halini ilk kez Buzdokuz okuru görecek. Buraya konuşmaların küçük bir kısmını alıyoruz.
(…)
Kurunç: Franco Berardi’ye şiir nedir diye sormuşlar, hiçbir şeydir, demiş. Şiir şudur diyemem ama şiir ne yapabilir, onu sorabilirim ancak, demiş. Şiir edimi ne yapabilir? Bir şiirle neler yapabiliriz? Ya da mesela sizin çalışmalarınızdaki ironi. Çalışmalarınızdaki ironik edim denilen şey neye karşılık geliyor?
Komet: Komik unsur önemli benim için. Her şey komik aslında, acayip yani. Absürdite meselesi, benim temel meselem ontolojiktir. Küçük yaştan itibaren her şey, varlık sorunları okumaya başlıyorsun, din diyorlar, okuyorsun. İşte Türkiye’desin, tasavvufa giriyorsun. Kütüphaneye gidiyorsun, bir bakıyorsun eline, Leibniz’in Monadoloji’si çıkıyor. Spinoza derken felsefeye başlıyorsun. Çok az kitap bulunabiliyordu o zaman. Temel mesele, varlık meselesi. Bunu soruyorsun. Peşinden fenomenoloji meselesi geliyor. Oradan mesela elimize bir kitap geçiyor diyelim, o zaman çeviri çok yok, Nermi Uygur’un Edmund Husserl ve Başkasının Beni Problemi kitabı çıkıyor. Mesela Takiyettin Mengüşoğlu’nun Kant ve Scheller’de İnsan Problemi oradan, tabii Heidegger, Hartmann’lar okuduk, onlar yayımlanmıştı. Sonra toplumu tekrar keşfediyorsun.
Ünal: Sizinle ilgili metinleri okurken çocuksu diye yorum yapan birine rastladım. Mizahla, ironiyle bağdaştırıyorum ben bunu. O hareketliliğinizi görünce de dedim çocuk kalmayı başarıyorsunuz. Şiirde bu çok zordur. Belki resimden gelen bir şey. Çocuksu bir hareketlilik.
Komet: Nietzsche’nin Zerdüşt’ünde insanın üç hali diye bir bölüm vardır. İlk hali deve halidir. Devenin her santimetrekaresinde “sen yapmalısın.” diye yazar ve deve sonsuz çölde yola koyulur. Sonunda deve isyan eder, ikinci hali aslana dönüşür. Aslan hali uzun sürmez, çocuğa dönüşür. Çocuk, ilk kendinden harekettir, her şeyi sorar ilk defa görüyormuş gibi.
Yoksuz: Nietzsche’nin sizin şair olmanız yönünde bir etkisi oldu mu?
Komet: Vallahi Nietzsche’yle aram iyiydi ama şimdi onu bile buyurucu buluyorum. Buyuruculuktan nefret ediyorum. Daha sonra Sitüasyonistleri yakın buldum kendime.
(…)
Komet: Odur tabii. Ya Cemal Süreya da… Ondan da bir kitap yapacaktık olmadı. Bir gün… Diyordum ya Türk şiirini fena bilmem diye. 60 yılında Ortaköy’de bir arkadaşla ev tuttuk. Akademiye gidip geliyoruz. Sahil, balıkçılar var. Şimdiki gibi değil tabii. İstanbul bir milyon bile değil. İşte dergiler… İşte Atillâ İlhan önce. Peşinden Dost dergisinde Edip’in uzun bir şiiri, bir de minik bir fotoğraf. Sonra İlhan Berk’in Çivi Yazısı mıydı hangi kitabıydı, beni şaşırttı bunlar. Sonra Ankara’ya gitmiştim, bizim Mehmet Keskinoğlu beni İlhan Berk’le tanıştırmaya götürdü, evde yoktu, cebimde ne varsa hepsini kapının altından bıraktım. Daha sonra tanıştık. Tabii benim şiirlerimi çok sevdi, 67 galiba, ben bunları Cemal’e göndereyim dedi, Papirüs’te bassın, tarihi şaşırmış olabilirim. Sonra İstanbul’a döndüm, vapurda bir baktım Cemal Süreya orada, oturdum, konuştuk. Hiç haberi yok, ne oldu bilmiyorum, şiirler kayboldu belki. Onlarla tanışmam böyle oldu, İkinci Yeni şairleriyle.
(…)
Ünal: İyilik ve edebiyatla ilişkili Faulkner’ın bir yorumu var: Sanatçı kötü insan olabilir, yahut ilişkisizliği vurguluyor. Keats’in “Ode on a Grecian Urn” kitabı için “yeryüzündeki bütün yaşlı kadınlardan değerlidir” diyor.
Komet: Heidegger, Céline, mesela Heidegger değil mi, hâlâ tartışılıyor tabii.
Yoksuz: Genet mesela… Genet’yi ben hiç kötü bir insan olarak düşünmedim.
Ünal: Genet de var evet. Marquis de Sade’ı nereye koyacağız? İyilik-kötülük yani sanat ahlaki kategori olarak konuşulamaz gibi gelir hep bana.
Komet: Ama yalancı değildir.
Yoksuz: Sahicidir o zaman.
Komet: Sahte değildir.
Ünal: Ah evet, yalan önemli. Mesela Komet siz şiirlerinizde de resimlerinizde de -size bütün olarak bakıldığında- hani “iyi insanım” dediniz ya, o imajı ben almıştım. Komet özel hayatında belki çok kötü bir şey yapmış bile olsa ben onu hissetmedim. İyiyi de şöyle algılıyorum; tamamen üretkenlikle bağdaştırıyorum. Nitelikli üretim yapan insanın kötülük üretmekle ilgilenmeyeceğini düşünüyorum. Belki safça ama. Bir sineği öldürmüş-öldürmemiş buralarda ölçmüyorum.
Kurunç: Mesela Bataille diyor ya hani Edebiyat ve Kötülük’te: “Ben kafa kesebilirim eserlerimde, yapabilirim bunu. Çünkü onları göstermek istiyorum. O halkı göstermek istiyorum. O zaman bu beni kötü yapmaz.” Yapmaz yani, değil mi?
Komet: Evet.
Ünal: Biraz “Bitmeyen Şiir”den bahsedelim mi?
Komet: Edelim.
Ünal: Çok hüzünlü bir şiir o. Çok somut.
Komet: Onlar bende şiiri olan insanlar.
Ünal: Olabilir Olabilir’den itibaren hep düzenli bir şekilde ilerliyor.
Komet: Ekliyoruz işte.
Ünal: Ekleye ekleye gidiyor.
Yoksuz: İzzet Yasar’ı da ekleyecek misiniz?
Komet: Eklidir İzzet.
Komet: İzzet’le Paris’teyiz, beni yerden yere vuran bir şiir, çok güzel. İşte Ömer’le [Uluç] beni tokuşturuyor. Ben de ona yazdım. Gördünüz mü burada?
Ünal: Evet, İzzet, çirkinleri severim diyorsunuz.
Komet: O başka. Hah, “Şair İçin Kötekleme”. İzzet İçin. Okuyayım mı? Yani bu da özel bir şey yani şey değil de. Matrağına yazılmış bir şey aslında. Arkadaşlar arasında. Okuyayım mı okumayayım mı?
Ünal: Okuyun lütfen. Zahmet olmazsa.
Komet: Burada Nefi’den bir alıntı yapmışım: Söz tükendi nice bir davâ-yı şi’r ü şâ’irî/ laf u dava bir taraf şimdi dua hengâmıdır. (“Şair İçin Kötekleme” şiirini okuyor)
Ünal: Kızıyor gibisiniz bir yandan.
Komet: O beni mahvetmişti (Gülüşmeler). Şimdi karşı. O zaman o da Marksist, proletaryalar imdadına gelmez diyorum. Buradaki Latince kısmı unuttum. Ne kılgın akla yalpa yapan Kant merhum/ Ne yurtseverliğin çığırtkanlığını yapan Fichte,/ Ne de kötümserliğin zehrini aldatıcı devalarla/ Gidermeye çalışan Schopenhauer/ Seni gideremez// Ey tüketim düşkünü türev/ Sonun sonunda budur/ Gâh gâh etsin bilenler yad lazımsa. Diye böyle… Evet bir tane daha var, Buñuel’in filmi. Orada oyuncu çok benziyor, sakalıyla, İzzet’e. Tek bacağıyla Catherine girer. Catherine Deneuve. Hey gidi sinema.