İngilizcesini okumak için / Read in English :
https://www.buzdokuz.com/2021/03/an-interview-with-anthony-etherin/
Günümüzde insanlık dünyada olup bitenleri sayılarla ve matematiksel işlemlerle anlamlandırmaya çalışırken ben bu sembolleri bambaşka bir amaçla kullanan ve harika işler ortaya koyan bir adamla tanıştım. Kendi şiir yolculuğumdaki önemli adımlardan biri olarak saydığım bu tanışma ve konuşma bende çok fikir uyandırdı, beni oldukça düşündürdü.
Dil kendi içine hapsolmuş kocaman bir dünya. Söylenebilecek şeyler uçsuz bucaksız görünse de anlattıklarımız, anlatmaya çalıştıklarımız ortada. Bana göre Anthony Etherin bu köşeli dünyanın sınırlarında dolaşıyor. Anlam ile yapı arasında kendine has oyunlar oynuyor. Şimdiye kadar başarılı olduğu da rahatlıkla söylenebilir.
Etherin’in İngiltere’de kendine ait bir butik yayınevi var. Kendisi gibi deneysel şiir yazan -hem yazılı hem görsel- şairlere yayımlanma imkânı sunuyor. Mail üzerinden iletişime geçtiğim Etherin ile kendi şiiri, Birleşik Krallık ve Dünya’daki şiirin durumu ve daha birçok şey üzerine konuştuk. Etherin cevaplarla birlikte bana üç şiirini gönderdi. Bu şiirleri çevirirken yalnızca anlamı korumaya çalıştığımı ifade etmeliyim.
Çağatay Koparal
Şiir yazma fikri hayatının hangi döneminde ve hangi şartlar altında uyandı? Bu andan önce edebiyat ve şiir hakkında düşüncelerin ve ilk şiirlerin nasıldı?
Lise ve üniversite yıllarımda müzisyendim, gruplarda çalardım ve şarkı sözlerini çoğunlukla ben yazardım. Aslında söz yazmak çok da hoşuma gitmezdi, şarkı bestelemeyi daha çok severdim, ama şarkılara sözler gerektiğinden elimden gelenin en iyisini yapıyordum. Bu dönemde akademik olarak bilim üzerine eğitim alıyordum. (Üniversitede fizik okudum.)
Üniversitedeki üçüncü yılımda ana grubum dağıldı ve bana da bol bol boş zaman kaldı. Diğer insanlarla hiçbir şekilde ilişki içerisinde olmayacağım bir sanat dalı üzerinde çalışmanın büyüsüne kapılıp şiir yazmaya başladım.
Başlangıçta şarkı sözlerimden birazcık farklı olan berbat serbest şiirler yazdım – tek eksikleri müzik eşliğinde söylenmeyecek olmalarıydı. Şiirlerimi üzerine kurduğum prozodiyi çalışmaya o zaman başladım. Doğru bir şekilde ölçülü şiirler yazmayı öğrenmek benim için her şeyi değiştirdi. Kelimelerimin ihtiyacı olan müzikal altyapıyı elde etmiştim.
Böylece ölçülü, biçimsel şiirler yazmaya başladım: soneler, villanelleler, rondeller, trioletler – yazabileceğim her şekilde yazmayı denedim.
Bir süre sonra şiirimi kurmak için daha karmaşık yollar aramaya başladım, bu da beni palindrom ve anagramlar gibi alfabetik ölçüleri kullanmaya yöneltti – ve sonra da palindromik soneler, anagramatik trioletler…
Başka türleri çok okurdum ve takıntılı bir müzik dinleyicisiydim ancak yazmaya başlayana kadar çok şiir okuduğum söylenemez (Kaybettiğim zamanı telafi ettim!). Şiirden bu kadar uzak olmamın sebebi bana okulda öğretilen şiir tarzıydı -ölçüsüz, serbest ve duyguya dayanan şiir- sonraları benimseyeceğim geleneklerden son derece farklıydı.
Sana deneysel şiir yazdıran temel motivasyon neydi? Bu seçimini yaparken ilham aldığın birisi ya da bir akıl hocan var mıydı? Doğup büyüdüğün kültür bu motivasyonda bir etkiye sahip mi?
Edebî kısıtlamalara olan ilgim şiir türlerine olan ilgimden doğdu. Bana göre aynı geleneğe aitler. Şiirimi ölçü ve biçim kurallarına göre yazdığım zaman bir şairin rahatlığını hissettim. Ne kadar kurallı yazarsam o kadar rahat ediyordum! Zincirler beni özgür kıldı.
Akıl hocam olmadı, giderek ilgi duyduğum şiir türünün aslında birçok insan tarafından yazıldığını bilmiyordum. Tabii yalnızca varlığı bile kısıtlı şiiri (ve diğer türleri) şiir olarak kabul ettiren Oulipo’yu unutmamak gerek. Birkaç yüzyıldır kısıtlı şiirin marjinalize edildiği ya da tuhaf salon oyunlarına indirgendiği Birleşik Krallık’ta doğup büyüdüğümden bu benim için önemliydi.
Birleşik Krallık’ın ötesine bakınca kısıtlı şiirin umut veren örneklerini keşfetmeye başladım ve bu bana devam etme gücü verdi. Öne çıkan eserlerden birisi hem ticari hem de eleştirel başarı elde eden, univocalic lipogramlar dizisi olan Christian Bök’ün Eunoia eseriydi. Birleşik Devletler’deki biçimselliğe duyulan ilginin geri gelişi de beni motive eden şeylerden biriydi.
Şiirini nasıl tanımlarsın? Senin için şiirinin günümüz edebiyat dünyasındaki yeri nedir?
Ben bir biçimciyim. Ancak bu hem geleneksel biçimleri hem de deneysel biçimleri kucaklayan, aynı zamanda kısıtlı ve görsel şiirin kardeş dallarına da derin bir ilgi duyan geniş bir biçimcilik.
Benim ile kavramsalcıların eserleri arasında bariz bağlantılar mevcut ve şiir dünyasından en yakın arkadaşlarımdan çoğu bu harekete dahiller.
Sanırım şiirim günümüzde gerçekleşen genel biçimcilik uyanışının bir parçası sayılabilir – şiirlerimden çoğu bu akım için fazla deneysel olsa da. Günümüz biçimcilerinden ne kadar muhafazakâr olduklarına bağlı olarak hem büyük övgüler hem de büyük yergiler duydum.
Dünya çapında, özellikle de BK’daki baskın poetikalar lirik tarzda serbest ölçülü şiir, ki bu da benim yazdıklarımın tam tersi. Bu yüzden şiirimin istemeden de olsa karşı-kültürel olduğu söylenebilir.
Biçimin şiirde en önemli şey olduğunu düşündüğünü biliyorum, biçim ve biçem hakkındaki düşüncelerini bizimle paylaşır mısın?
Lirik şiirin egemenliği şiirin duygu -ve his- temelli olduğu ve şairin temel ülküsünün kendi duygularını dışavurmak olduğu fikrini aşılıyor. Dahası, bunun şiirin evrensel ve ebedî amacı olduğu söyleniyor.
Fakat bu yanlış ve tarihdışı. Şiir biçimleri yazınsal içeriği (herhangi bir durumda duyusal-hissel olan ya da olmayan içeriği) desteklemek ve ona odaklanmak için bulunmuş olsa da bu biçimlerin kendileri de sanat eseridir.
Bunu söyleyince aklıma Sator Karesi geldi – hem soldan sağa hem de yukarıdan aşağıya aynı şekilde okunan, aynı zamanda bir palindrom olan 2000 yıllık bir Latince kelime karesi: SATOR AREPO TENET OPERA ROTAS. Anlamı ise “Çiftçi Arepo sabanla çalışır.”
Sator Karesi’nin güzelliğini yalnızca içeriğine göre yargılamanın hata olduğunu düşünüyorum. Sator Karesi’nin sonsuz çekiciliği duyusal-hissel içeriğinden değil, tamamen biçiminden kaynaklanıyor. Metni tesadüfi, biçimi ise her şeyi.
Kendi çalışmalarıma gelince, estetik bir biçim/biçem dengesi yakalamaya çalışıyorum. Örneğin bir sone ya da bir palindrom yazıyorsam şiirin, halk deyimiyle ‘iyi şiir’ -yani içeriğinin melodi, imgelem, anlam ve/veya duygu gibi somut şiir erdemleri gösteriyor olması için yeterince alana sahibim. Biçim ile biçem arasındaki estetik denge bu tür şiirlerde aşağı yukarı yakalanıyor.
Ancak daha farklı kısıtlamalar uygulandığında denge biçimsel estetiğe kayıyor. Sator Karesi’nde olduğu gibi içerik neredeyse tesadüfi bir şey haline gelip yalnızca daha yüksek, geometrik bir ideale hizmet ediyor. İşte ağır kısıtlamalar olan şiirlerimde olan da bu: palindromik sestinalarım ya da anagramlı palindromik sonelerimde olduğu gibi. İçeriğin zarifliğinden alınan yapının zarifliğine veriliyor. (Burada belirtmek isterim ki benim niyetim her zaman en yüksek içerik zarifliğine ulaşmaktır; buna engel olan benim bundan vazgeçişim değil, kurallardır!)
Şiirlerini yazmak oldukça zor ve okumak ise son derece keyifli. Son derece ilginç bulduğum palindromlar kullanıyorsun. Yeni okurların için “aelindrom” nedir anlatır mısın?
Aelindrom birkaç yıl önce bulduğum bir edebî kısıtlama. Palindromun bir varyasyonu ancak tekrar eden, sabit harfleri yansıtmak yerine önceden belirlenen sayı dizilimleri tarafından belirlenen değişken harf uzunluklarını yansıtıyor.
Örneğin “Melody, a bloodyelm” 1234321 sayısal palindromu tarafından şekillendirilen bir aelindrom, çünkü [m]1 [el]2 [ody]3 [a blo]4 tersten okunduğunda [a blo]4 [ody]3 [el]2 [m]1 haline geliyor. Aelindromların kendi dizilimlerinin ilerisindeki somutlaşmanın içerisinde olması gerekiyor (“pivot”una kadar ve o da dahil olarak – bu örnekte [a blo]4). Bu yüzden örneğini verdiğim aelindrome bir “1234 Aelindromu”. (Unutmayın ki harfleri bu şekilde dizdiğinizde sıfır harflerinden oluşan bir birim yine sıfır harflerinden oluşan bir birim olur – hiçlik hiçliği yansıtır. Dolayısıyla bir 1234 aelindromunun yapısı örneğin bir 10020300000004 aelindromunun yapısı ile aynıdır.)
Diğer sanat ve edebiyat türlerinin şiir üzerinde bir etkisi olduğuna inanıyor musun? Eğer öyleyse senin şiirinin üzerinde etkisi olduğunu düşündüğün şeyler nelerdir?
Müziğin şiirimin üzerinde büyük bir etkisi var, ilk zamanlardaki yoğun müzik tecrübem bana melodi ve ritim için iyi bir kulak kazandırdı. Aynı zamanda matematiğin de bir sanat olduğunu düşünüyorum -eserlerimdeki etkisi de ortada. Görsel şiir de bana ilham veriyor- nadiren tam anlamıyla sanat eserleri hakkında şiirler yazarım, ancak örneğin ilham verici bir deniz manzarası resmi beni deniz hakkında düşünmeye ve yazmaya sevk eder.
Sence şairler şiir yazmayı bir derse ya da enstrümana çalışır gibi çalışıp her gün pratik mi yapmalı yoksa kalemi yalnızca ilham anlarında mı eline almalı?
Ben öz disipline inanıyorum – şairler ilhamın gelmesini beklemektense işe koyulmalılar. Bu benim gibi eseri belirli süreçlerden oluşan bir şair için daha kolay olabilir, yine de her türden şiir yazan şairlerin her gün en az bir saatlerini şiire ayırmaktan fayda göreceğine inanıyorum.
Fakat ben buna “pratik yapmak” demekten kaçınırım. Masanın başına yalnızca “şiir pratiği” yapmak için oturmak kötü bir fikir. Bana kalırsa bir şair eline kalemi her aldığında hayatının en iyi şiirini yazmak üzere olduğuna inanmalı.
Bugünlerdeki edebiyat, müzik ya da film zevklerinden bize 5 ya da daha fazla örnek verebilir misin?
Christian Bök ve yıllardır devam eden Xenotext projesi beni büyülemeye ve bana ilham vermeye devam ediyor.
AE Stalling’in “Like” (Farrar, Straus and Giroux, 2018) kitabı geleneksel ölçülü şiirin son yıllardaki en iyi örneği olabilir.
Bu söyleşide çok az bahsetsem de aslında benim çalışmalarımda da önemli bir yeri olan görsel şiire gelince, Britanyalı şair Mary Frances’in işleri beni her zaman çok etkiliyor. Twitter hesabı gerçekten de takip etmeye değer.
Müzikte ise Samuel Andreyev’i söyleyebilirim – hem kendi bestelerini hem de YouTube’daki harika müzik analizi kanalını seviyorum.
Filmleri de sorduğuna göre, Robert Eggers’in “The Light house” filmini aklımdan çıkaramadığımı söyleyebilirim. Bu filmi sinemada izlemek BK karantinaya girmeden önce dışarıda son yaptığım şeylerden biriydi ve bu da filmin tuhaflığını benim için daha da tuhaf hale getirdi!
Vilanelle: 1800’lerde İngiliz şiirinde kullanılmaya başlanan bir biçim.
Rondel:1300’lerde Fransız şiirinde kullanılmaya başlanan bir biçim.
Triolet: 1200’lerde Fransız şiirinde kullanılmaya başlanan bir biçim.
Palindrom: Baştan sona ve sondan başa aynı okunan kelime.
Anagram: Belirli bir kelime ya da cümle içerisindeki harflerin kullanılması.
Oulipo: 1960’ta Fransa’da kurulan, aralarında George Perec’in de olduğu bir grup yazar ve matematikçiden oluşan, kısıtlı yazma teknikleri üzerine çalışan bir edebiyat topluluğu.
Univocalic: Yalnızca tek bir sesli harfin kullanıldığı yazım biçimi.
Lipogram: Metinde bir sesli harfin kullanılmadığı yazım biçimi.
Sestina: 1200’lerde İtalyan şiirinde kullanılmaya başlanan bir biçim.
Anthony Etherin ve Çağatay Koparal, Buzdokuz Sayı: 2, Kasım-Aralık 2020.