Unutuşlardan Yapılma Bir Ses Labirenti

Dilek Winchester ile
GLOSSOLALALA Sergisi Üzerine Söyleşi

Atakan Yavuz: Öncelikle serginin hikâyesinden başlamak isterim. Çünkü o da serginin kendisi kadar ilginç. Johanna Gustafsson Fürst ve Glenn Peers ile karşılaşma ve Fürst ile üretimlerinizi bir araya getirme sürecinizden kısaca bahseder misiniz?

Dilek Winchester: Aslında her şey, Victoria Holbrook’un Aşkın Okunmaz Kıyıları [1998] adlı kitabındaki bir dipnottan yola çıkılarak başladı. Sözkonusu dipnotta Holbrook, Ginger Rogers ve Fred Astaire filmlerinin popüler olduğu 1940’lı yıllarda, Abdülbaki Gölpınarlı’nın öğrencilerine aruz veznini tap dansıyla öğrettiğini anlatıyordu. Holbrook, Gölpınarlı’nın eski öğrencilerden birisiyle bir görüşme yapıyor. Gölpınarlı’nın öğrencisi bir müze müdürü olmuş ama görüşme esnasında hemen masasından kalkıp üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen bir Fâilâtün dansı yapıyor. Bu bana çok çarpıcı gelmişti. Hatta ilk önce kıskandım diyeyim. Öğretmenlik yapan herkesin gıpta edeceği gibi, Gölpınarlı’nın dersi güncel ve gençlerin dikkatini çekecek bir şekilde düzenlemiş olması ve 30-40 sene sonra beden hafızasında yer edebilecek kadar aruz veznini öğretebilmiş olması çok hayranlık uyandırıcı bir şey. Benim aklımda kalma nedeni buydu öncelikli olarak. Daha sonra beden hafızası üzerine daha fazla düşünmeye başladım ve bu nasıl yeniden canlandırılabilir, tap dansıyla aruz vezni nasıl birleşebilir, diye merak ettim. Ve bu sergi çıktı sonuçta.

Sergiden önceki zihinsel hazırlıktan da bahsetmek isterim. Pandemi döneminde Mike Bode, Glenn Peers, Johanna Gustafsson Fürst’ü ve beni bir konuşma yapmamız için davet etmişti. “Grafting-the-Hoped-for-We: Words as Autonomous Forces” [Umut-Edilen-Biz’i Nakşetmek: Özerk Güçler Olarak Sözcükler] başlığı verdiğimiz çevrimiçi bir konuşma yaptık. Selen Ansen’in küratörlüğündeki GLOSSOLALALA’yı tetikleyen şey bu konuşma vesilesiyle aramızda başlayan diyalog oldu aslında. Johanna ile benzer meseleler üzerinde çalışıyoruz ama gerek kullandığımız mecralar gerek sorunları ele alış biçimimiz ortaya çıkan işlerin birbirinden çok farklı olmasına yol açıyor. Ama bu sergide iyice ortaya çıkan farklılığın altında, uzun süreli bir diyalog yatıyor. Sonuç olarak serginin uslu olmayan, çelişkilerle ve risklerle dolu bir diyaloğun ürünü olduğunu söyleyebilirim. 

Yavuz: Serginin ismi de ilginç aslında, “GLOSSOLALALA” sözcüğünü başlık olarak seçmişsiniz. Eski Yunancadan türetilmiş bir sözcük olarak “dil” anlamına gelen “glōssa” ile “konuşmak” anlamına gelen “laleō” kelimelerinin bir araya getirilmesiyle oluşmuş “glossolali” sözcüğünü değişime uğratan bir ifade. LALALA ile biten başlık, serginin ses, tını ve ritim vurgusu üzerine olduğunu da düşündürüyor. Bir mecra olarak, yani anlam/ifade taşıma aracı olarak dil aradan kalkınca ne olacağını deneyimlemiş oluyoruz. Dilin araçsallaştırılmış yüklerini üzerinden atınca bedenin eylem, ritim ve hafıza talebiyle de karşılaşıyoruz. Karşımıza bir eser olarak değil bir tezahür olarak sanat, yani hadise, happening olarak sanat çıkıyor. Ya da Sitüasyonistlerin deyişiyle eser değil durum meydana geliyor. Bu nasıl bir tecrübe idi?

Winchester: Serginin başlığını küratör Selen Ansen ve Johanna Gustafsson Fürst ile birlikte bulduk. Başlığın oyuncu bir tarafı olmasını istiyorduk. “Glosso” Eski Yunanca bir kelime ve bir çok kelimenin başına da eklenerek kullanılan bir kelime. Biz de kendi kelimemizi türetmiş olduk aslında. Lalala ya da tralalla gibi oyuncu bir tarafı olan, sese dair, belki ritme dair bir ek yaptık. Ama en temelde uydurulmuş ve yapılmış bir kelime diyebiliriz; bu bence epey önemli.

Yavuz: Serginin muradını da karşılayan bir isim olmuş. Şu da var: Bir süre sergide zaman geçirince burası bedenin hafızası ve şiirin ritmiyle, böylesi modern bir bina antropologların yer-olmayan dedikleri bir alandan yer-olana, bir mekâna dönüşmeye başlıyor. Mekânın dinlendirici bir tarafı da ortaya çıkıyor. Girişte, tavandan belli aralıklarla düşen Şeyh Galib’in Hüsn-ü Aşk şiirinin ilk beytinde yer alan kelimeler karşılıyor bizi. Ne çok kelime var, dedim yere düşmüş kelimeleri görünce ve ne kadar sınırlı. Ziyaretçiler yere düşen kelimelerden kendi dize ya da cümlelerini kurmaya çağrılıyor. Şiiri güzel kılan da bir serüven duygusuna, müphemliğe ve aşırılığa kapı aralaması. Solukdaş isimli, metin temelli yerleştirme çalışmanızdan bahseder misiniz? Şeyh Galib’in bu beytini seçmenizin sergi bağlamında özel bir sebebi var mıydı?

Winchester: Victoria Holbrook’u okurken, beytin geçtiği bu bölümün Şeyh Galib’in dönemdaşı diğer şairlere de eleştiriler getirdiği bir bölüm olduğunu fark ettim. O da benim bayağı hoşuma gitti. Hatta bir şekilde benim kendi içinde bulunduğum sanat ortamına dair de böyle duygudaş bir şey buldum orada herhalde. Çünkü işini ciddiye alan herkeste böyle eleştirel bir tutum da vardır. Bu, günümüzde de böyle. Bu beyit Galib’in kendi yaşadığı dönem ve sanat ortamından da hoşnut olmadığını bir şekilde ifade ettiği bir bölümden alıntı aslında. Solukdaş olmanın ne demek olduğunu, yani söz söylemenin ne demek olduğunu da anlatıyor. Hani bilinen bir örnek vardır ya, sesli harflerin sessiz harflere can verdiği, nefes verdiği, çünkü sesli harflerin nefesle ilgi olduğuna dair. Bütün bunları bir araya koyunca, zemin üzerine yağacak olan kelimelerin bunlar olması iyi olur diye düşündüm.

Yavuz: Yağan kelimelerden yeni kelime kombinasyonları çıkıyor mu, geri dönüşler nasıl?

Winchester: Bana öyle dönüşler olmadı ama ziyaretçilerin kelimeleri topladıklarını biliyorum. Bana şu kelime geldi, bu kelimeleri aldım ya da elime ya da üstüme bu kelime düştü, diyenler olduğunu biliyorum.

Yavuz: Evet, burada apokaliptik bir düşüş var ama yeni bir başlangıç ihtimali de var.

Winchester: Evet.

Yavuz: Sergi için Galib dışında Ahmet Haşim, Bâki, Nâbi gibi şairlerden beyitler de var. Bu beyitlerin serginin bağlamına göre mi seçtiniz?

Winchester: Şeyh Galib’den üç beyit seçtik. Diğerlerinin de kendi içinde bir akışı var. Onları öneren Enis Tombul idi. Akış derken de yavaş bir ritimle başlayıp sonra hızlanan, sona doğru sakin bir bitişe doğru giden, dalgalanarak sönümlenen bir şey olarak kurgulamıştık en başta. Video kurgularını yaparken bu akış yer yer değişti tabii. Hem farklı kalıplara hem de yer yer tanıdık şiirlere yer vermek istedik. En önemlisi de şiir, şairlik ve söz üstüne bir şeyler söyleyen beyitler olsun istedik.

Yavuz: Ekranda şiirin ritmine uygun bir biçimde önce göğüs perküsyonu şeklinde ellerle göğüse, sonra ayaklarla yere vurularak bir tap dansına dönüşen bir koreografi görüntüsü akıyor sürekli olarak. Burada felsefenin de ilgilendiği biyo-ritim konusunu düşündüm. Bedenle çağdaş hayatın arasındaki ritim farkı bir tür gerilime neden oluyor ve bedene bir tür ritim değil spazm olarak geri dönüyor. Felsefeyle sanat arasında böyle bir arayış ve yönelim farkı var. Sanat ve biyo-ritim hakkında ne söylemek istersiniz?

Winchester: Çok ilginç bir tespit. Şöyle: Projede tabii, epey sayıda müzisyen arkadaş var. Onların durumu daha farklı. Müzisyenlerin kendi aralarına konuştukları bir dil var. Ona şahit olmak çok ilginçti. Ama şu önemli: Benim aklımda öncelikli olarak, o kalıpları kullanarak şiir yazan şairlerin nasıl bir bilgiye sahip olduğu konusu vardı. Bunun üzerine bir şey görmek istedim ve onu da bu süreçte gördüm. Aslında o kalıplardaki ritim beden hafızasında yer etmiş ve içselleştirilmiş bir bilgi ve şairler neredeyse bir heykeltıraş gibi o kelimeleri, kesiyor, uzatıyor ya da doğru olacak olanı yerleştiriyorlar. Böyle ikili bir bilgi birikimi var gibi. Benim bu ilgimi çekiyordu, onu da deneyimlemiş oldum aslında. Çünkü performansçılar çalışmada bir şeyi tekrar ederek beden hafızasında yer edinmesini sağlıyor. Tekrarla birlikte bir akış yaratılıyor. O akış aslında kaydedilmiş oluyor bu videolarda.

Yavuz: Bilgiyi hıfzeden, hafızasına alan zihin değil de aslında bütün bir beden sanki. Şiirin diğer türlere göre daha kolay ezberlenmesinin sebebi bu olabilir.

Winchester: Sonuçta ağızdan çıkan bir şey. Nefesin uzunluğu, kısalığı ve ağız hareketleri bile fiziksel bir şeye referans veriyor.

Yavuz: Şiirin başka bir dile çevrilemeyeceği kanısı oldukça yaygın. Ama dansa dönüşen bu hareketleri görünce, en azından eski şiirimizin beden üzerinden evrensel bir dile çevrilmeye uygun olduğu fikri geldi aklıma. Burada biyo-çeviri ya da beden çevirisi, action in translating gibi bir durum oluşmuş. O dili bilmeyen izleyicinin de anlayacağı bir beden çevirisi. Serginin Okunmayanlar Üzerine Koreografiler bölümünde farklı bir tercüme ve kolektivite teklifi de var gibi.

Winchester: Evet, anlamasan bile bu çalışma bir deneyim sunuyor. Benim için de bu önemliydi. Çünkü Divan edebiyatı için anlaşılmaz, anlamaya da gerek yok zaten, denilir. Sanki sadece uzmanlarına bırakılmış bir alan gibi düşünülür. Bütününü anlayamayacak olsak bile bir okur olarak parçalara ayrılmış kısımlarıyla keyifli bir deneyim sunuyor videolar.

Yavuz: Gelelim serginin SSSSSAAA… bölümüne. Burada da ahşap harflerle yapılmış bir yerleştirme var. Bir kriz anında irticalen ortaya çıkan ve kekeleyerek söylenen bir sözden doğan bir yerleştirme. Bazen kriz anlarında dil sekteye uğruyor, sağduyulu semantik/ gramer bir işe yaramıyor sanki. İnsan bazen kurallı semantikle değil dizgeyi bozarak hakikati bulabiliyor, krizi derinleştirmek gerekiyor belki. Biraz SSSSSSAAA…’nın doğuşundan bahseder misiniz?

Winchester: Aslında bu ikinci versiyonu. İlk hâli Belçika’da kentsel alanda ve yine Türkçe olarak sergilenmişti. Çünkü söylenildiği dil Türkçe, çeviri kaldıracak bir cümle de değil. İngilizce çevirisini de bir şekilde dâhil ediyoruz ama iş Türkçe ve öyle de kalması gerekiyor. İfadesini ana dilinde bulduğu için kekeleme kısmı hiç çevrilemeyecek bir şey bence. Evet, bu çalışma bir kriz ânını belgeliyor gibi. Bazı şeylerin anlamsız geldiği bir dönemdi. Ne yapıyorum ki, bu kadar felaketler varken yaptıklarımın ne önemi olabilir ki, sanat denilen şey düşündüğüm kadar da önemli olmayabilir, diye sorguladığım bir dönemde çıktı bu çalışma. Ama böyle bir yandan da tabii ki bir ısrar, emek, bir gelişme hâli var. Bu bölüm böyle çelişik bir ruh halinde doğdu. Kekeme insanların söylemek istediklerini ısrarla söylemek, kelimenin sonuna varma inadı vardır ya. O etkileyici geldi bana. Benim durumum da buna benziyor, diye düşündüm. Cümle var, cümleyi söylemek isterken uzayıp gidiyor ama bu cümle aynı zamanda bir telkin, bir soru işareti. “Gerçekten önemli mi?” sorusu. Ama aynı zamanda “Sanat diye bir şey var,” unutma telkinini de içeriyor. Sonuçta sanatın önemine dair bir şüpheden yola çıkan bir ürün çıktı ortaya.

GLOSSOLALALA

JOHANNA GUSTAFSSON FÜRST VE DİLEK WINCHESTER

KÜRATÖR: SELEN ANSEN

Arter, 6 Mart–4 Ağustos 2024

“Johanna Gustafsson Fürst (1973, Stockholm) ile Dilek Winchester’ın (1974, İstanbul) bireysel üretimlerini bir araya getiren GLOSSOLALALA, iki sanatçının farklı mecraları kullanarak farklı yerlerde ürettikleri eserleri karşılaşma ve müzakere yollarıyla aynı zeminde buluşturuyor. Tekil sanatsal pratiklerle ortak bir deneyim alanı yaratmanın ve çok sesli birliktelikler inşa etmenin imkânlarını irdeleyen sergi, sanatçıların dil meselesi etrafında kurguladıkları ve dili ses, yazı, beden ve mekânla ilişkilendiren yapıtlarından oluşuyor.” (Sergi rehberinden)

Di̇lek Winchester’ın sergideki işlerinin künyeleri:

Okunmayanlar Üzerine Koreografiler, 2024

Ahmet Hâşim, Merdiven (Okunmayanlar Üzerine Koreografiler serisinden), 2024

Video (renkli, sesli) 1’20’’

Arter desteğiyle

Bâkî (Okunmayanlar Üzerine Koreografiler serisinden), 2024


Video (renkli, sesli)

1’56’’

Arter desteğiyle

Nâbî (Okunmayanlar Üzerine Koreografiler serisinden), 2024

Video (renkli, sesli)

1’55’’

Arter desteğiyle

Nesimî (Okunmayanlar Üzerine Koreografiler serisinden), 2024

Video (renkli, sesli)

11’02’’

SAHA ve Arter desteğiyle

Nesimî, Z’den A’ya (Okunmayanlar Üzerine Koreografiler serisinden), 2024

Video (renkli, sessiz)

3’52’’

SAHA ve Arter desteğiyle

Şeyh Gâlip, Hüsn ü Aşk I (Okunmayanlar Üzerine Koreografiler serisinden), 2024

Video (renkli, sesli)

2’07’’

SAHA ve Arter desteğiyle

Şeyh Gâlip, Hüsn ü Aşk II (Okunmayanlar Üzerine Koreografiler serisinden), 2024

Video (renkli, sesli)

2’00’’

SAHA ve Arter desteğiyle

Şeyh Gâlip, Hüsn ü Aşk III (Okunmayanlar Üzerine Koreografiler serisinden), 2024

Video (renkli, sesli)

2’15’’

SAHA ve Arter desteğiyle

Tap Dance Performansçısı: Irmak Kuyumcu


Beden Perküsyoncuları:
Timuçin Gürer, Gökçe Gürçay


Divan Edebiyatı Araştırmacısı:
Enis Tombul


Seslendirmen (dış ses):
Enis Tombul

Koreografi: Irmak Kuyumcu, Timuçin Gürer, Gökçe Gürçay, Dilek Winchester

Görüntü Yönetmenliği, Kurgu, VFX, Hareketli Grafik Tasarım: Merve Ertufan

Kayıt, Ses Tasarımı, Mastering: Ahmetcan Gökçeer

Renk Düzenlemesi: Engin Cebiroğlu

Kamera Operatörleri: Adil Aybar, Apo Orhan, Yasin Erkan Işık Tasarımı: Özkan Barış Özdemir, Adil Aybar

Kostüm Tasarımı (Nâbî, Ahmet Hâşim, Bâkî): Damla Taymaz

Set Asistanları: Öznur Kılıç, Begüm Yıldırım

Çekimler ve ses kayıtları Soundidea Sahnesi ve Stüdyosu’nda (ELiAR A.Ş.) yapılmıştır.

Şiirler için kaynakça:

Sabahattin Küçük (haz.), Bâkî Dîvânı (Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2015). Ali Fuat Bilkan (haz.), “Nabi’nin Türkçe Divanı”, yayımlanmamış doktora tezi (Ankara: Gazi Üniversitesi, 1993).

Hüseyin Ayan (haz.), Nesîmî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Türkçe Divanının Tenkitli Metni (Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2020).

Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, çeviren ve hazırlayan Abdülbaki Gölpınarlı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2011).

Ahmet Haşim, Bütün Şiirleri, haz. Asım Bezirci (İstanbul: Can, 1985).
Şeyh Gâlib, Mehmed Es‘ad b. Mustafa Reşîd el-İstanbulî, Hüsn ü Aşk, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi Ek Koleksiyonu, koleksiyon no: 00171, bibliyografik kayıt no: 262826, sayfa: 28. Şeyh Gâlib, Mehmed Es‘ad b. Mustafa Reşîd el-İstanbulî, Hüsn ü Aşk, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi Koleksiyonu, koleksiyon no: 00679, bibliyografik kayıt no: 264224, sayfa: 3. Ahmet Hâşim, “Merdiven”, Şebab mecmuası, 1336, No: 0002

* Videoda kullanılan Osmanlıca yazı Ahmet Hâşim’in “Merdiven” adlı şiirinin ilk yayımlandığı yer olan Şebab mecmuasının 2. sayısından alıntılanmıştır. Burada şiirin alıntılanan dizesi, ‘Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta’ değil ‘Kızıl havaları seyret ki bir şey olmakta’dır. Sanatçı şiirin kitap olarak ilk baskısındaki tercihe sadık kalmıştır.

Günümüz Türkçesine çeviriler: Enis Tombul, Abdülbaki Gölpınarlı (Şeyh Gâlip alıntıları)
İngilizceye çeviriler: Selim S. Kuru

Solukdaş, 2024

Metin temelli yerleştirme

Değişken boyutlar

Arter desteğiyle

Tasarım: Cemre Akman (Arter), Okan Topa (Arter), Kaya Kılıçoğlu

Ahşap Üretim: Rahman Yılmaz (Arter)

SSSSSAAA… (No: 2), 2024

Ahşap harflerle 29 tipo baskı, sac panel

5 adet; 398 x 38 cm, 296 x 38 cm, 250 x 38 cm, 292 x 38 cm, 198 x 38 cm
Arter desteğiyle