Siber-Bilişsel Poetikaya Giriş

Görsel: Jay Snodgrass / “Broken Feed”. (Bu iş ilk kez web sitemizde yayımlanmaktadır)

Hayriye Ünal

Buzdokuz 21’de “dijital (sayısal) poetika”yı yazarken mecranın şiirde biçim-kurucu olduğunu anlatmıştım. Dijital poetikada, merkezde eser durur. Onu kimin tüketeceği önemsizdir. Ancak indirgeme yapmadan belirtmek gerekir ki şiir insandan insana (bazen çağlar sonra da erişse) bir iletişim biçimidir, dolayısıyla iletişim teknolojilerinin çok geliştiği bu çağda metnin/ürünün algılayıcısındaki yankıyı odağa koyan siber-bilişsel bir poetik ufku ayrıca ortaya koymak gerekir. İnsanlararası siber etkileşimin temas alanları/araçları kablolar, wifi, görüntülü görüşmeler, ikon paylaşımlarına yarayan appler, üyelik sistemli dijital platformlar, akıllı bilboardlar, akıllı cihazların ana ekranları ve bildirim bipleridir.

Siber uzayın ilişki gerçekleştirilen bir alan olarak alışkanlığımızda yerini almasıyla birlikte ek anlaşma biçimleri üretildi: dilden türeyenler (ifade grupları, jargonlar, kısaltmalar), dil sistemini taklit eden işaretler (emojiler, akıllı araç ikaz lambaları gibi), dile benzeyenler (random gibi), sesli işaretler (bildirimler, alarmlar, ekran uyarıları), istenmeyen gruplar/gürültü (spamler, trolller, reklamlar, cookieler), ekran işaret dili… Trafik işaretleri gibi uzlaşımsal diller, makine hata kodları, belirtkeler[i] eskiden beri vardı. Yeni dünyada bunlara yeni işaretler ve sistemler eklendi. Sosyal alanda birbirini anlamanın ve grup davranışlarını anlamlandırmanın yolu, dilin ifade ettiklerini değil, bir bütün olarak davranışın (bir fotoğraf paylaşımının, onun sunum şeklinin, filtrelerin, bir ünlünün yazısının altına yorum yapma şeklinin, avatarını biçimlendirme yönteminin, tiktoktaki jeton alışverişinin, kısaca sesli ve “görüntülü söylem”lerin[ii]) yekpare gösterge olarak algılanmasından geçer. Beden dili dediğimizde bedenin bir hareketinin sabit bir anlam ilettiği söylenir. Beden bireyseldir. Siber uzayda ise bireysel olan yutulmuştur. Bireyin sınırları, davranışları ve ilettikleri ile anlaşılamaz. İlettiği herhangi bir (görsel veya dilsel) mesaj onun arzusu mudur, taklit mi? Bir soru mudur yoksa talep mi? İçsel bir süreçten geçerek mi dışlaşıyor yoksa grup davranışı mı? Bu son derece belirsiz ortamda iletişim dilinin/göstergelerinin bireylerin numarasından/nikinden/avatarından çıkan dilsel ifadeden “anlam üretmeye” çabalayarak anlamayı beklemek kelimenin gerçek anlamıyla kör dövüşüdür. Çünkü ona körüzdür. Ya da daha doğru ifadeyle söylemek gerekirse o özne (yani özneleşebilmişse bile) kendini (maksadını) görüş alanına apaçık şekilde getiremez. Aracıların gürültüsü ve iletinin sesi birbirine karıştığı gibi ayrıca mecranın (henüz net tanımlayamadığımız ideolojisi[iii] tarafından gerçekleşen) sansürü[iv] sebebiyle gerçekleşen şey, iletişim değildir. Dilsel iletilerin iletişim bakımından (daha da) elverişsizleşmesi, görsel iletinin bir sistemi, paterni olmaması; buna rağmen konuşan, söz, ses, görüntü üretici bolluğu akla korkunç bir ihtimali getiriyor. İnsan kendine sormalı: Yazı olarak mikro cümleler yaratmaya teşvik edilirken düşünen ayrı ayrı fertler olarak biz miyiz? Etkileniyorum, kopyalıyorum, galiba sadece çoğaltıyorum, verilmiş sözleri okuyorum, rolümü oynuyorum, gönüllü bir kukla mıyım? Özne başkası mı? Bu ihtimal, belli bir derecede ve belli bir yüzdede gerçektir; yüzdeyüzlüğünü karaütopya farz edip kenara koyarak şöyle devam etmeliyim. Dil ve göstergeler iletişim işlevini yitirmiş ve anlaşmaya/mutabakata hiçbir yarar sağlamıyorsa, bildirişim kanalları kontrol dışıysa yeni birimlere ihtiyaç var demektir. Dilin bu iş bırakma eylemi[v] ve (yazının elektronik ortamda silinebilirliği* ile birlikte-unutulma hakkı vb. gibi) derinleşme işlevinin zedelenmesi esasen insanın refleks olarak da daha alt türlere yaklaştığına dair işaretler taşır. Mağaraya glif çizerek temel duyguların anlatılması aşamasının gerisine doğru beyin koşullanmaktadır. Bu bir esef cümlesi değildir, kime niye esef edelim, saptama cümlesidir. ChatGPT 4.0 şimdiden iletişimde mükemmel düzeyde, yetişkin eğitimli insanların iletişimini (belli bir yüzdelik dilimde) geride bıraktı. Bu noktada poetik anlamda üretkenliğin yolu, aynı zamanda iletişimi başarmanın yolu içinde bulunduğumuz çağı anlamlandırabilmek ve bunu kaydetmek açısından yeni anlam birimlerini, “siber-getto”ların grafitilerini, yeni “sürü”nün sürüngenbeyin[vi] dilini çözerek tanımlayabilmemizdir. “Dile rağmen anlayan” tarafından anlaşılacağı üzere bu bir öneri yazısıdır. Çeşitli birimlerin bir araya gelip oluşturduğu ve anlamlı bir bütünlük olarak sunduğu her iletiye “siberuzayın gösterge modülleri”[vii] anlamında siberglif diyelim.

Günümüzün şiirsel eğilimlerini (aynı zamanda etik boşlukları ifade ederek) eleştirmek için şiire karakterini veren egemen öğeyi[viii], siberuzay gösterge modülleriyle ifade edebilmek gerekir. Bunu yapabilmek için ise önce siberglifleri saptamak, tanımlamak gerekir. Modüller belli sayıda ve belli ölçülerde değildir. Bu işleme başlayınca söylem analizine benzer şekilde davranış analizi de yapmış oluruz. Bu yazıda varsayım düzeyinde ve birkaç örnekle bir deneme yaptığımı peşinen belirtmek isterim. Bu yazı bilişsel bir egzersiz ve hazırlıktır. Durumlar, onları ifade eden sözcükten önce de vardırlar, toplumsal dağardan, kültürel gelenekten doğarlar, biz onları başka bir bağlamda tanımlayana kadar bağlamlar arasında maskelerle John Locke’un tabirine uyarlarsak “yalın ideler topluluğu” olarak gezintidedirler. Toplumsal dağar, toplum lehine bütün dayatmalarını, metaforların, deyimlerin, atasözlerinin ve genel anlamda dilin içine saklar. Şairin/eleştirmenin (veya meraklının) örgüyü sökmesi, sargıyı açıp yarayı ortaya çıkarması, dilin kıvrımlarının arayüzüne sızması ve bilişsel bağlantıları açıklaması gerekir. 

Siberglifler, atomik değil molekülerdir, bileşiklerdir. Çünkü böylece hayatta kalmak için sürüngenbeyine olabildiğince az sayıda modülün yetmesini sağlar ve bu dili kolay öğrenilir yaparak çok sayıda kişi tarafından hızlıca kapılır olmayı sağlar. Siberglifi anlamayı kolaylaştırmak için örnek: Bir yırtıcı kuşun avını yakalamak için kullandığı strateji bütünü bir modüldür. Bu içgüdüseldir. Siberglif modüllerin de bir kısmı dürtüseldir, bir kısmı görerek öğrenme yoluyla edinilir.

Bilişsel poetikanın “süreklilik” ilkesi, siber-bilişsel poetikada modüllerin poetik karakterlerdeki farkındalık sürekliliği olarak ışır. Siber-bilişsel poetika, modüllerin sınırlarını ve nasıl çalıştığını, hayatın ta kendisinden doğduklarını gözlemleyerek bilmekten doğar.

DİLİN MANİPÜLATİFLİĞİ

Hayvanlar ilkel beynin komutlarıyla hiçbir iletişim sıkıntısı yaşamadan, temel verili iletişim modüllerini kullanarak ekip olabilir, üreyebilir, hayatta kalabilirler. “Yanlış anlama”, “eksik algılama”, “saptırma”, “yanıltma”, “aldatma” sözcük dünyasına yani insana özgüdür, adeta dil yalan söylemek için var gibidir. Nitekim beyin üzerine yapılan son bilimsel araştırmalardan birini açıklayan bilim insanı Türker Kılıç[ix] çeşitli deneylerden yola çıkarak “dil gerçeğe en uygun yalanı buluyor,” demektedir. Beynin algılama işlevi ve dile getirme işlevi arasındaki sabit fark sıfıra inmez. Dil, kasti yanıltmaca üretmediği durumda bile gerçek bilgiye yalnızca çok yaklaşabilir, teğet geçebilir, onu dile getiremez demektir bu. Dilin yetersizliğini ifade eden bu durum, onun canlı olmasıyla da ilişkilidir. İletişimin hiç gerçekleşmediğini, yanlış anlama dizisi içinde, tıpkı rüyada gibi eksik sembolleri gelişigüzel yorumlayarak yaşadığımızı kabul etmeliyiz. Çünkü dil[x] deyim yerindeyse yalnızca bir ufuktur. Biz dil içinde uzamsal bir konfor hissederiz, bir umutla sisin dağılacağını hayal ederek ilerleriz. Oysa bir yer açılır gibi olurken uzaklaştığımız yerler yeniden sislenir.

Bu realiteden sonra her bilginin binlerce versiyonunun, kopyasının, tersi bilginin, saptırılmışının, trolünün aynı ciddiyetle sergi alanında olduğu ağdayız. İçinde tekil ve dürüst, akademik veya kanıtlı bilgilerin olması, aksiyomatik gerçekleri ele geçirebiliyor olmamız ile yalnızca ağda geçirdiğimiz zamanı amorti ederiz. Kitle içinse dilin manipülatifliği, ağ içindeki elektronik yuvasında yani ev-olmayan-evinde kendini ve başkalarını bilinçli veya bilinçsiz kandırması için daha elverişli bir dönüşüm geçirir: Mecranın karakteri gereği görsel sembolleri çoğaltırken zihinsel/dilsel çalışmaya ket vurur. Doğallıkla sibergliflere erişimi olan her sürü üyesi için idiolect (bireysel dil) külfettir. Elektronik vatan, var etmek için yurttaşından hiçbir üslup, hiçbir kişisellik, hiçbir özgünlük, yaratıcı fark beklemez. Şair, sanıldığının aksine, bunu içselleştirmek zorunda değildir.   

YIĞIN, SÜRÜ, FERYAT KİTLESİ

Yığını (mass mobs) ve feryat kitlelerini(the hue-and-cry mobs)[xi] suça/eyleme doğru belirgin bir planla hareket etmeyen kitle türü olarak ağdaki sürü için esas alabiliriz. Fiziksel sürü içinde dokunma tedirginliğinin ortadan kalkışı gibi ağdaki sürüde de sözün kişiye bir sorumluluk yükleme tedirginliği ortadan kalkar. Hep beraber olma duygusu ile oluşan bileşik fail, hukuk açısından tek tek ceza ehliyetleri olsa bile yekpare halde iken kolayca itham edilmez. Biz onu yine de bu yazıda bir eylem sahibi olarak tanımlamak durumundayız. Henüz ceza caydırıcılığı olmayan genel ağda amigdala kaçağı* sonucu oluşan duygusal tepkiler kolayca boca edilir. Özellikle belli amaçlara dönük güdümlenme* isteniyorsa sözgelimi hayvanseverlik* gibi erdemi tartışılamaz ve masum şemsiyeler devreye sokulur.

Ağdaki yığın, “görünmez kitle”[xii] olan ölüler (tarih) gibi kişinin inancını, geleceğini etkisi altına alır. Ağ sürüsünün görünmezliği, tezahürlerle (ifade alanları) bozulur. Denebilir ki ağda kişi hem tek başınadır hem de diğer her tek başına için görünmez kitlenin unsurudur. Ağıt, ün talebi, kutlama, şölen, katarsis, ayıklık bildirimi*, itiraf, özür, ajitasyon, propaganda, linç*… kişi ne yapması gerektiğini (sürünün talebini) çok hızlı şekilde kavrar. Adeta ilgili modül yüklenmiş şekilde doğmuş gibidir. Bu hızın; modüllerin analiz edilmeden, ögelerine ayrılmadan ve dilsel/söylemsel elementlerine özellikle yakından bakılmadan bir bütün olarak tüketilmesiyle ilgisi vardır. Yığın tümdengelim yöntemiyle modülü kapmıştır. Varsayımlar hızlıca kabule dönüşür ve benimsenir.

LİNÇ

Sibersürü bazen Spinoza’nın Tractatus Theologico-Politicus’ta bahsettiği Multitudo yani “tek bir akılla, tek bir vücut gibi hareket eden” kalabalık olarak ortaya çıkabilir. Bilginin ortalıkta rahatça erişimde olduğunu, buna kolayca erişildiğini ve kalabalığı oluşturan birimlerin de buna göre düzeyi yükselttiğini, bireyleştiğini düşünmek hata olur. Bilginin işlenmesi ve hayata geçmesi de bir kültürel hazırlık gerektirir. Bir süreçtir, zahmeti vardır, ödülü yoktur ve bilginin kırıntısıyla bile her gün birileri herhangi bir alanda rahatça parlamaktadır. Bugün kültür ortamı olarak barındığımız ortamların çoğunda kültür yoktur, barbarlık vardır. Barbarlık ise Gasset’in deyimiyle “başvurulacak merciin yokluğu”dur. Böylesi durumlarda ilk ateşleyicinin çok vasıflı olması da gerekmez, o kim ise sibersürünün kışkırtılma yeteneği onun buyruğuna geçiverir. Hareketli ve hep kızgındır sürü. Tıpkı eski savaşlarda kendini aynı üniformayı paylaştığı bölüğü içinde savaşçı bulan kahraman gibi sözleriyle karın deşer, kafa keser, adam çizer; üstelik yaralanmaz ve hesap vermez. Bu eylemler, çoktan beridir bilimle doğrulanmıştır ki frontal lobun değil limbik sistemin kontrolü altındadır. “Kitleyi yaratan deşarjdır,” der Canetti. Kenarda unutulmuş halde gayet sakin gördüğümüz bir kişinin bile, birden bire sakin taymından çıkıp öfkeyle ve benzer yargılayıcı cümlelerle belirlenmiş bir kurbana dalması, onun da bir yıkılışta, yok edişte payını almak istemesindendir. Teke tek deviremeyeceği bir şahsiyeti, yıkılmış, hırpalanmış görmek bileğinin hakkıymışçasına bir güç zannı verir, alkışı kendine mal eder, tatmin olur.    

YER-OLMAYAN-YER

Yer duygusu aidiyetle yakından ilgilidir ve zihin, uzamda bir merkez ataması yapar. Kişi; babaevi, okul, memleket, vatan, sevgilinin evi vb. gibi çeşitli merkezlere göre hareket sahasını dairenin içine konumlar. İlkokulun hemen ilk sınıflarında 36–42° Kuzey enlemleri ve 26–45° Doğu boylamları terimlerini öğrenir. Orası sayısal anlamda da kolektif belleğin yurdudur.

Çok değil on yıllar öncesi eski paradigmada toplumsal pratikler yerin fiziksel varlığını esas alırken, sabitlik ve yersizlik dikotomisi felsefecileri ve edebiyatçıları heyecanlandırırdı. Lukács’ın tabirleriyle varoluşsal sürgünlük, aşkınsal evsiz barksızlık moderniteyi ima ederdi. Bu ikili düzende merkezkaç hareketler de bir merkeze nispeten gerçekleştiği için kaçışlar, kimliği geride bırakmayı gerektirmez. Travmalar bir şema üzerinde işaretlenebilir. Kaçış ve dönüş aynı çizgi üzerinde yinelenebilir. İkili düzende bir pozisyon diğerinden daha romantik olsa bile her iki konum da karşılaştırmaya uygundur. Köyde kalan kardeş tarlayı ekmeye devam ederken Almancı kardeş, fabrikada üretim bandında dönüşte alacağı mülkün parasını biriktirir, orada doğmuş üçüncü nesil Almancı için dönüş kavramı yoktur, melez çocuklar yapabilir. Her biri kültürlere direnir ya da uyum sağlarlar. Kendi varlıklarını yerleştirecek hem fiziksel yeri hem ekonomik katmanı hem de ideolojik veya inançsal kimliği inşa edebilirler. Dış koşullara ne denli bağımlı olsalar da her birinin simgesel düzeyde ve gerçekte seçimlerini yaparken bir kimlik oluşturduğunu ve bazı etik şemalara uyduklarını (çiğneseler bile) söyleyebiliriz. Hiçbir yere yerleşmeyen, eşik uzamlarda seyir halinde olan bir seyyahın da “seyyahlık” kimliğini ileri sürebiliriz.   

Ağ ekonomisinde tarlaya ekilen ürün insanın kendisidir. Tıpkı bitkinin tohumu gibi çeşitli şirketlerin üretim alanlarında klavyeyi dürterek yüzeye çıkmaya çalışan tohum, insandır. Olgunlaştıkça ve dijital okuryazarlığı arttıkça ağ’a hizmet kalitesi artmaktadır. Enlem ve boylamın yerini alan IP her elektrik kesintisinde veya kapatıp açmada başka bir atama sonucu yerel olarak değişir. İzler başka ülkelerde serverlarda duruyor olsa da kişi, artık tarihsel bir bağlamda değildir, kimlikle ilgili olmayan bir uzamda, yani yer-olmayan-bir-yerdedir. Marc Augé’nin non-places olarak ifade ettiği yer-olmayan-yer daha geniş olarak bazı fiziksel eşik uzamları kapsıyor olsa da ben genel ağ için de bu terimi çok uygun buluyorum. Yersel olarak biçimlenmiş etik, alışverişten sohbete, işten eğlenceye yer-olmayan-yer’de siber ikizini yaratamadı.

Manuel Castells, akış ve mekân uzamsallıkları arasında oluşan yapısal bir şizofreniden bahseder. Şizofreni anahtar bir sözcük. Hâkim eğilim ise, “ağlar oluşturmuş, mantığını; dağınık, parçalanmış, birbirleriyle ilgileri giderek kopan, kültürel kodları daha az paylaşır hale gelen mekânlara dayatmayı amaçlayan tarih dışı bir akış uzamı yönündedir.”

SİLİNEBİLİRLİK

Castells’in “tarih dışı” dediği akış uzamında, bölünmüş benliğin sanal eşleniği, henüz emekleyen bilişim hukukunun boşluklarında bir kuş gibi süzülür. Bir emlak sitesinde hiç olmayan change arabayı satıp birilerini dolandırabilir. İlanı hızlıca siler. Site dolandırılanı değil müşterisini korur ve IP vermez. 

Silinen bir ibare, bir özür yerine geçmez; gayet ağırbaşlı sandığımız kişilerin defalarca WhatsApp uygulamasında (veya X’te) iltifatlarını veya saldırgan sözlerini pişmanlıkla “herkesten sil”diğine tanık oluruz. Diyelim savcısınız, ilgili mahkeme kararını aldırıp bir “kaldır” komutu ile binlerce yazı içeren bir portalın tüm arşivini ortadan kaldırabilirsiniz.

Silmek, negatif ve kederli bir duygu olan pişmanlığın[xiii] veya suçtan kaynaklı kötülüğün eylemidir. Silgi yanlış olan bilgiyi, hatayı siler. Düşmana ait bir değeri silersiniz, bu kötülüktür. Kitap yakmakla eşdeğerdir. 451 Fahrenheit kitabını hatırlayın.

Amigdala kaçaklarını, suç kanıtlarını, dosyaları silersiniz. Silmek başkasının veya kendinin pisliğini temizlemek (yargılanmamak talebi) anlamına gelir. Yıkıcı sözleri, silinebilir diye daha sorumsuzca üretmek ve iletmek öznenin kendine dair kendi vicdani yargısını dikkate almadığının işaretidir, kendine saygısızdır bu kişi. Siberuzay ve yarattığı yer-olmayan-yerler bunda pay sahibi değildir, yalnızca bu potansiyeli açığa çıkarmışlardır.

Kişisel bütün bilgilerin signing up sırasında dev şirketlere satılışından itibaren kimlik de silinebilir bir sermaye olarak süreklilik niteliğini, kesintililiğe bırakır. Kimlikteki kesintililik, ağdaki yaşantı sonucu aperiyodik yinelemelerle başa saran bir inşa faaliyetine dönüşebilir. Milliyetçilik, feminizm, çevrecilik, LGTBİ aktivizmi, dindarlık, İslamcılık, partizanlık gibi çeşitli yelpazede üst/alt kimlikler pek de içselleştirilmeden daha iyisi gelene kadar geçici proje kimlikler olarak giyilebilir. Silinebilir dünyada olduğun şey, bedel istemez, zamanından ve ufak upgrade ücretlerinden başka.   

*Aşağıdaki maddeleri de yazmayı umduğumu belirterek yazıyı burda kesiyorum: Hacktivizm, TBT vb., Beden, İstatistiksel Değer, Ayıklık Bildirimi/woke mob, Amigdala Kaçağı, Hashtag, Influencer, Güdümlenme (Partizanlık), Hayvansever, Onlyfans vb., Flörtöz, Akımlar, Oyun İçtepisi, Psikolojizm, Dilenci, Maskeli, Tüccar, Top Toplayıcı, İmlasız, Duyar, İmza, Kitaplı.    

Buzdokuz 22, Nisan-Mayıs-Haziran 2024.


[i] Bildirişim göstergebilimi kuramcısı Luis J. Prieto’nun belirtinin alt grubuna koyduğu işaret sistemlerinin ortak adı. Örn. denizcilerin kullandığı işaretler vb.

[ii] Christian Metz.

[iii] Kimisi buna küresel ideoloji diyor ancak ben daha farklı workshoplar olduğunu sanıyorum.

[iv] Bazen gerçek sansür (yavaşlatılma), banleme gibi şeyleri kastetsem de esas olarak bu yazı bağlamında dilin kullanışsız hale bürünmesini kastediyorum.

[v] Son bilimsel gelişmeler bilgi üreten sistemlerin zekâ ürettiğini ve öznesinden bağımsız modellenebildiğini gösterdi. Dil, insandan daha yetkin bir biçimde kullanılmak üzere yapay zekâ tarafından temellük edilmekte. Her saniye insandan toplanan veriyle gelişen mega-sözlük algoritmayı besliyor.

[vi] Omurilik, beyincik ve bazal ganglion gibi yapıları kapsayan beyin bölümü.

[vii] Siberuzay belirtkeleri de denebilir ama sınırları muğlak olduğu için modül demeyi yeğledim.

[viii] La Dominante: Jacobson’a ait kavram. “Egemen öğe, bir sanat yapıtının odak noktasını oluşturan öğe. Öbür öğeleri yönetir, belirler ve dönüştürür. Yapıtın tutarlılığını sağlayan odur.”

[ix] Prof. Dr.

[x] Aksiyomatik (belitsel) dilleri dışta tutarak konuştuğumu söylemem gerek.

[xi] J. Ross’a ait tabirler.

[xii] Canetti’nin yakıştırması.

[xiii] Pişmanlık tanımında Spinoza’yı esas alıyorum.