Ne zaman? Bir yerdeyim. Desem!

Oytun Akdeniz

Size birleri ve sıfırları veriyorum. Ne kadar sanat varsa avuçlarınızda yükseliyor.

Akademizm yok olmalı. On parmak sayan çocukların devri geride kaldı. Her şey

daha kolay sıkıştırılmak için; ayrılıyor. Yaşasın şiirin analog ve ayrık (dijital) çarkı!

Dijital teknolojilerin yükselişi, modern dünyanın önemli bir özelliği olarak karşımıza çıkar. Bu teknolojiler, hayatımızın pek çok alanına nüfuz etmiş ve sanat dünyasında da köklü bir değişim yaratmıştır. Geleneksel sanat formları, dijital dünyanın kapılarını aralayarak, yeni ve benzersiz sanatsal ifadelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu sayede, ayrık (dijital) şiir gibi yeni formlar keşfedilmiştir. Ayrık şiir, sadece bilgisayar sanatları ile sınırlı kalmayarak şiirin temel özelliklerini değiştirerek analog ve dijital dünya arasında bir köprü oluşturabilir. Ayrık şiir, yazılı bir şiir olabileceği gibi, sesli, görsel ve interaktif bir deneyim de sunabilir. Ayrık şiirin tanımı, geleneksel şiirin sınırlarını zorlayarak farklı teknolojik araçlar kullanılarak ortaya çıkan ve okurun etkileşimine açık olan şiirsel deneyimleri de içermelidir.

Sanatın anlaşılması sadece estetik değerlerle sınırlı kalmamaktadır. Bourdieu’nun Rules of Art: Genesis and Structure of the Literary Field kitabında belirttiği gibi, sanat eserleri, toplumsal, kültürel ve tarihsel bağlamların etkisi altında oluşurlar. Bu nedenle o, sanatın anlaşılması için farklı sosyal, kültürel ve tarihsel bağlamların dikkate alınması gerektiğini savunur. Bourdieu, kitabında sanatın, bu toplumsal ve kültürel bağlamlarda nasıl işlediğini de anlatır. Örneğin, sanatın “kalitesi” kavramının, bir taraftan güzellik algılarına, diğer taraftan da toplumsal konum, statü ve kültürel sermaye ile ilgili faktörlere bağlı olduğunu belirtir. Bourdieu’ya göre, sanat eserleri, sadece sanatçının kişisel tercihlerine veya yeteneğine bağlı olarak ortaya çıkmazlar. Bunun yerine, sanat eserleri, toplumsal, kültürel ve tarihsel bağlamların etkisi altında oluşurlar. Bu bağlamlar, sanatçının tercihlerini, üslubunu ve mesajını etkiler ve eserlerin kalitesi kavramını da belirler. Dolayısıyla, ayrık şiir gibi formlar da, yaratılış sürecindeki toplumsal ve kültürel bağlamlardan etkilenmektedir. Öyleyse, ayrık şiir, modern dünyanın bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır ya da değil. Bu form, sanat dünyasında büyük bir öneme sahiptir ve sanatçıların yeni ifade biçimleri arayışlarında önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca, ayrık şiir, sanatseverlere ve okurlara da benzersiz bir şiirsel deneyim sunmaktadır. Bu nedenle, ayrık şiir, sanat dünyasının geleceğine dair önemli ipuçları sunan bir form olarak değerlendirilebilir. Bu yazıda, ayrık şiirin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını ve günümüzdeki önemini ele alacağız.

Sanat tarihinin önde gelen figürlerinden Clement Greenberg, modernist sanatın estetiğinin sadece renk, biçim ve yüzey gibi formel özelliklerle değil, aynı zamanda içerdiği kültürel ve düşünsel referanslarla da ilgili olduğunu öne sürer. Greenberg “Avant-Garde and Kitsch” adlı makalesinde sanatın toplum üzerindeki etkilerini ele alırken avant-garde sanatın özgürlük arayışına odaklandığını, kitsch olarak nitelendirdiği popüler sanatın ise sadece toplumsal ihtiyaçları karşılamayı hedeflediğini belirtir. Bu yaklaşım, sanatın toplumda nasıl bir değişim yaratabileceği konusunda önemli ipuçları verirken kitsch sanatın toplumsal gelişime engel olduğunu da vurgular. Bu düşünceler, Pierre Bourdieu’nun kitabında da geniş yer bulur. Bourdieu, baskı teknolojisinin yaygınlaşmasıyla birlikte kültürel alanın nasıl bölündüğüne ve farklı disiplinlerin nasıl oluştuğuna odaklanır ve Lucien Febvre ve Henri-Jean Martin’in The Coming of the Book: The Impact of Printing 1450-1800 (1976) kitabına dayanarak teknolojinin kültürel alanda yarattığı etkileri detaylı şekilde ele alır. Vilém Flusser’in “Towards a Philosophy of Photography” adlı çalışması ise baskı teknolojisinin ortaya çıkardığı yeni disiplinler ve teknik görüntüler konusunda önemli ipuçları verir. Flusser, teknolojik araçlarla üretilen görüntüleri teknik görüntüler olarak tanımlar ve fotoğrafın ilk teknik görüntü olduğunu belirtir. Yine o, teknik görüntülerin karmaşık yapılarının okunabilir kavramlar olduğunu belirtir, geleneksel görüntülerin ise ontolojik olarak birinci dereceden soyutlamalar olduğunu ifade eder. Bu bağlamda, baskı teknolojisi ve teknik görüntülerin ortaya çıkması, kültürel alanın bölünmesine ve yeni disiplinlerin ortaya çıkmasına yol açar.

Martin Heidegger’in Teknolojiye Dair Soru adlı eseri, teknoloji kavramlarını ve teknolojinin özünü tartışır. Teknoloji, bir aracın kullanımını ifade ederken teknolojinin özü modern dünyayı şekillendiren bir gerçekliği temsil etmektedir. Heidegger’e göre kişinin kendi varoluşunu teknoloji ile ilişkilendirmesi, onu teknolojik bir varlığa dönüştürür. Dijital sanatın da –teknolojik varlıklar, özellikle bilgisayarlar tarafından yaratıldığı için– yapısı teknolojinin özüyle yakından bağlantılıdır. İnsanların teknolojiyi nasıl kullandıkları ve bu kullanımın varlıklarını nasıl etkilediği Heidegger’in araştırdığı bir konudur. Bu ilişki üzere, dijital sanatın yapısını anlamak için de insan varlığının ve teknoloji arasındaki etkileşimin derinlemesine anlaşılması gerekir. Herbert Franke’in Bilgisayar Grafikleri-Bilgisayar Sanatı adlı eserinde dijital sanatın yaratılması ve kurgulanması iki farklı aşamadan oluşur. Birinci aşama fiziksel bir süreçtir ve dijital sanatın temelini oluşturan unsurların hazırlanmasını içerir. İkinci aşama tamamen sibernetiktir ve yalnızca bilgi teorisi ile açıklanabilir. Biz daha fazlasını iddia edeceksek de Franke’e göre dijital içeriğin kurgulanması teknik araç ve makinelere dayanmaktadır.

Bilgisayarlar tarafından üretilen dijital içerik, analog dünyada, okunabilen ancak varlığı olmayan soyut verilerden oluşur.[1] Bu, dijital sanatı, tıpkı Heidegger’in Teknolojiye Dair Soru adlı eserinde olduğu gibi, insanların teknolojiyi nasıl kullandıklarına ve bu kullanımın varlıklarını nasıl etkilediğine dair derin bir anlayış gerektiren bir alan haline getirir. Bu anlamda ilk söyleyeceğim: ayrık sanat, hem teknik imge kavramıyla hem de teknolojinin özüyle yakından bağlantılıdır. Değindiğim ama altını henüz çizmediğim iki kavram üzerinden okumaya devam edelim. Bunlardan ilki analog şiir; okunduğunda soyutlamaları hayal gücüyle kesintisiz imlenen bir sanat biçimidir. İkincisi olan ayrık şiir ise soyut/somut verilerden oluşsa da okunduğunda sürekli hayali namümkün kılar.

Okuma eylemi analog (sürekli zamanlı sinyal) verilerin zihnimizde dijital (kesikli değerler dizisi olarak temsil edilen sinyal) bilgilere dönüştürülmesi sürecidir. Bu, ayrık sanatta kullanılan araçların ve dijital içeriği düzenlemek için kullanılan teknolojilerin insan varlığı ve teknoloji arasındaki etkileşime nasıl katkıda bulunduğunu anlamamız gerektiği anlamına gelir. Heidegger, teknolojinin insanın bedeninin varlık koşullarıyla oynadığını belirtir. Bu gayet tabii teknolojinin insanın bedenindeki zayıf noktaları veya eksiklikleri giderdiği anlamına gelebilir. Dolayısıyla, insanın teknolojiyi kullanması, varoluşunun bir parçası haline geldiği kabul edilir. Örneğin Heidegger’in protez kavramı, teknolojinin insanın varoluşunun doğal bir uzantısı olduğunu ve insanın varoluşunu şekillendirdiğini ortaya koyar. Bağlamda, insanın varoluşu ile teknolojinin etkileşimi ve bu etkileşimin sonucunda ortaya çıkan protezler, Heidegger’in teknoloji felsefesi açısından önemlidir. Freud ise kendi sözcükleri ile şunu ifade eder: “Başlangıçta kelimelerle büyü aynı şeydi ve hatta kelimeler, bugün de aynı sihirli gücü sürdürmektedir.” İşte ayrık şiirde, analog şiirin aksine anlamın sürekliymişçesine olan kelimelerle büyüleme haline ket vurulur. Bu, kesikli tasavvur olarak betimlenen haldir. Sürekli aldatıcı bir kelimedir. Kelimelerle bu hissin elde edilmesi de aldatıcıdır.

Peki ayrık şiir söz konusu iken bu protezler mecranın seçeceği şiire ne gibi katkılar yapar ve ne kadarı kabul olunur? Benim cevabım “ben bir sınır koyamıyorum” olacaktır bu soruya. Tamamen protezlerle canlılığın emarelerini tek tek yitiren ama bir o kadar da daha kuvvetli kabiliyetler kazanan siborglar nerede ve ne zaman durmalı ki dijital şiir bir yerde durmalı diyebilelim. İnsanın teknolojiyi kullanmasını varoluşunun bir parçası olarak kabul ediyorsak ve en başından beri protezlere aşinaysak bunu şiir düzleminde de yadırgamamalıyız. Ne demek istiyorum? Ayrık şiir derken aslında sadece 20. yüzyıldaki gelişmeler neticesinde ortaya çıkan bilgisayar sanatlarından bahsetmemeliyim. Peki ne yapmalıyım? Elimdeki tanımlara göre ayrık olan şiir, en başından beri toprağa çıplak ayakla basmamızı engelleyen terlik protezler misali şiire eklediğimiz, şiirden çıkardığımız analog dünyada sürekli tasavvuru iptal eden, süreksiz hayali mümkün kılan şiirlerdir.

Öyleyse sürekli ve kesikli kavramları üzerinde biraz okuru uğraştırmak, kafa patlatmak ve konudan uzaklaşmak niyetindeyim. Belki dünya da sürekli değildir diyerek şairlere, fizikçilere, matematikçilere ve felsefecilere alan açmak da niyetlerim arasında. Öncelikle evrendeki her şeyin veri (enerji) olduğunu kabul edelim. Bu bağlamda her şey okunabilir niteliktedir de. Bu okuma, veriyi dijitalleştirerek mümkündür yani alıcılar analog veriyi sürekli? duyabiliyor dahi olsa bu verilerin anlamlandırılması, bu verilerden bilgi üretilmesi, dijital sürecin başlatılması ile mümkündür. Bu noktada analog veri ile dijital veri arasındaki büyük farkı hatırlatmakta fayda var: Analog verinin sürekli olan bir ölçekte, dijital verinin ise rakamlarla sınırlı olan, sürekli olmayan, kesikli bir ölçekte var olmasıdır. Dışardaki veriler  sürekli? olarak duyu organlarımız ve sinirlerimiz tarafından beynimize iletilir. Ama beynimizde bu verilerin okunup anlamlandırılması sürekli değildir. Okuma işlemi bütünsel olduğu ve en temiz bilgi elde edilmek istendiği için verilerin okunup anlamlandırılmasında görevli tüm fonksiyonların ayrı ayrı sonucu beklenir. Plos Biology dergisinde yayımlanan bir makaleye göre bu süreç –bilinçsizlik süreci– görme işleminde, 400 milisaniye kadardır. Öyleyse sürekli olmayan bilinç dijital midir? Evet öyledir. O halde herhangi bir “t” anında var olduğunu kim iddia edebilir? Hiç kimse. Buna rağmen biz hayatı/kendiliğimizi sürekliymişiz gibi okuruz. Biliş için elverişli olan budur çünkü. Tam bu noktada Heidegger’in protez kavramı tekrar değerlendirilebilir. Aslında her okumanın dijital olmasından kaynaklı[2] ve bilinçsizliğin tıpkı bilinçlilik kadar zaman mekânda gerçekten var olması bizi hali hazırda her içeriğin/her sanatın ayrık(dijital) olarak anlaşılmasına götürür.

Burada üstgerçekçi şiiri de okumamız işimizi kolaylaştırıp bizi konumuza bağlayabilir. Üstgerçekçilik, Breton öncülüğünde 1920’lerin başında Paris’te ortaya çıkan bir sanat akımıdır. Akım, gerçeküstücülükten farklı olarak nesnelerin gerçekliğine dikkat çekerken onların normalde fark edilmeyen yanlarını ortaya çıkarmayı hedefler. Hasan Bülent Kahraman’a göre, Türk şiirinde üstgerçekçilik 1940’larda kendini göstermiştir ve 1950’lerde de İkinci Yeni şiir ile aynı dönemde yaygınlaşmıştır. Üstgerçekçi şiirin en önemli özelliği, nesnelerin normalde fark edilmeyen yanlarının ortaya çıkarılmasıdır. Bu şekilde, nesnelerin gerçekliği sorgulanırken şiirde yeni bir gerçeklik algısı oluşturulur. Bu amaçla, üstgerçekçi şiirde sıradan nesneler, kelimeler, cümleler kullanılırken, onların normalde bilinmeyen, fark edilmeyen yönleri ön plana çıkarılır. Kahraman’a göre, üstgerçekçi şiirde dikkat çekici olan, nesnelerin imgeler aracılığıyla anlatılmasıdır.

Kahraman’ın değerlendirmelerine göre, Türk şiirinde üstgerçekçilik, İkinci Yeni şiir ile birlikte modernist hareketin bir parçası olarak ele alınmalıdır. Bu hareket, şiirde geleneksel kalıplardan ve dil kurallarından kurtulmayı amaçlamıştır. Üstgerçekçi şiir de, bu amaca hizmet ederken nesnelerin gerçekliği ile oynayarak yeni bir gerçeklik algısı oluşturmuştur.

Şu halde zaman mekânda var olan bilinçsizlik süreci aslında içeriğin sürekli gerçekliğini geri kalan her şey gibi bize sorgulatmalıdır. Bağlamda herhangi bir “t” anında gerçek ne kadar vardır veya var mıdır, soruları sarsıcıdır. Üstgerçekçi yaklaşımda da yeni bir gerçeklik, oynanmış gerçeklik veya her zamanki aldanış algılarımızı sıradanlaştırırken hali hazırda her şeyin ayrık olması işimizi zorlaştırır. Fakat biz şiiri analog ve ayrık olarak ayrıştırma niyetindeyiz ve bu yüzden belirli kısıtı bu amaçla kullanabiliriz. Yani herhangi bir okumanın bizi zihinlerimizdeki tasavvuruna sürekli veya kesikli olarak götürmesi, ancak bir değerden sonra şiirimizi sınıflandırmamıza yardımcı olabilir. Bu değer için yukarıda belirttiğim 400 milisaniye bilinçsizlik süresinin üstünde bir değer seçilmesi sınıflandırmayı kolaylaştırabilir. O halde bahsi burada kapatalım ve dijital şiir ve analog şiir sınıflandırmasını örnekler üzerinden daha anlaşılır kılmaya çalışalım.

Ertuğrul Rast’ın “Masa Takvimi Deneyimi” isimli şiirindeki “senden birkaç parça da gelenek kalmıştı/ içyiyen adındaki sıradağları aştım/ hayatın devamlılığı adına yapmadığım kalmadı/ gözlerim suya hürmet etmeye/ takvimler deri değiştirmeye başlamıştı/ öykülere dair umutsuzluk besliyordum/ yine de doymamıştı/ annemin bütünlüğü ile/ yorumsuz haberler dünyaya getirdim/ suyun alış fiyatına endeksledim kendimi/ tüm yorgunluğuma rağmen/ kent ne kadar da değişmiş bakışını elden bırakmadım/ bırakılan kağıtlardı/ ellerin kağıtlardan siliniyordu” mısralarında şiirin analog ve ayrık anlayış arasındaki farklılıklarını inceleyebiliriz. Önceki tanımlarla birlikte, analog şiirde sözün bir sihir gücü olduğu ve şairin bu güç sayesinde şiirin etkisini artırdığını Kahraman gibi söylersek, dijital anlayışta ise şiirin sihir ya da büyü değil, dilin özgürlüğüne ve yaratıcılığına dayandığını vurgulayabiliriz.

Kahraman’a göre modernist şairler, geleneksel şiirde yer alan “sözün gücü”ne karşı çıkarlar ve şiirin kendisiyle var olan bir dil oyunu olduğunu savunurlar. Şiir, modernist anlayışta, kendisi için var olan bir anlam taşımaz; anlam, okuyucu ve şairin etkileşimi sonucunda ortaya çıkar. Rast’ın dijital şiiri de böyledir. Analog dünyada kesikli tasavvur, okunduğunda okuyucuyu başta zorlar; okuyucu anlamı ilkin reddeder; bu beklendiği gibi herhangi bir anda var olmadığını reddettiği bir tutumdur fakat sonra sonra kendiliği ister istemez etkileşime maruz kalarak anlam/varlık kendini sürekli aldanışına hapseder. Heidegger’in nedir bu felsefede kaleme aldığı “düşünme ve şiirsel yaratı arasında gizli bir akrabalık vardır, çünkü her ikisi de dilin hizmetinde, dil için kullanılır ve harcarlar kendilerini,” ifadesi, süreksiz düşünme için de –400 milisaniye rötarlı–  süreksiz/dijital şiir için de bir spot olacak atıftır. Ayrık şiir içerdiklerini zaman zaman harcar. Bu kesikli hal şiire eklediğimiz şiirden çıkardığımız imgelerle mümkünleşebilir, öncelikle üst seviye rötarlı tasavvur, sonrasında sıradan aldanışlarımız için. Bu zor örnek, protez metaforu gibi ayrık şiir için teknik görüntülerin veya ileri teknolojinin zorunlu olmadığını ispat eder niteliktedir. Ama ileri teknolojik materyallerle oluşturulan şiir de süreksiz tasavvuru mümkün kılar ve dijital şiire örnek olabilir.[3]

Nazmi Ağıl’ın “Neden Bangladeş?” isimli şiiri ise okunduğunda sürekli tasavvuru mümkün kılan analog şiire örnektir: ”Her konuda söyleyecek bir şeyi olan/ taksici havaalanına varana dek/ hiç susmuyor ve elbet sözün bir yerinde/ yolculuğun nereye olduğuna/ geliyor sıra./ Çok bilmişi hazırlıksız/ yakalıyor cevabım. Şimdiye kadar/ orası hakkında bütün duyduğu/ seller, kalabalıklar ve yoksulluktan/ ibaret olduğu için hiç de akıllıca/ bulmuyor seçimimi/ ”Ama neden?” diye soruyor hayretle,/ ”Neden Bangladeş?”/ Elimi silah yapıp ona doğrultuyorum, ”BANG!”/ Ürküyor. ”Gördün mü, adı bile/ heyecan verici kardeş!”
Şairin kelimeleri doğrudan anlam ve ihtişam büyüsü ile okuyucuyu etkisi altına alır. Kimi okuyucu için bu büyülenme hali şairini yüceltirken kimi okuyucu ise sadece asasını yere atmak ister… Siborgların durmayacağı aşikar gibiyse dijital şiirin de toplumsal bağlamlarla dijital ve analog dünya arasında yeni bağlar kurması neticesinde evrileceği/çeşitleneceği vakidir.

KAYNAKÇA

Ağıl, N. (2021). Bangladesh Blues. Ketebe.

Bourdieu, P. (1996). Rules of art: Genesis and structure of the literary field. Stanford University Press.

Doğu-Batı Dergisi, sayı 86, “Dijital Çağ”

Febvre, L., & Martin, H.-J. (1976). The Coming of the Book: The Impact of Printing 1450-1800.

Flusser, V. (2000). Towards a philosophy of photography. Reaktion Books.

Freud, S. (1916-1917). Introductory Lectures on Psychoanalysis.

Greenberg, C. (1939). Avant-garde and kitsch. Partisan Review, 6(5), 34-49.

Heidegger, M. (1977). The question concerning technology. Basic Books.

Rast, E. (2021). Dünya Ceket Günü. Ebabil.

Buzdokuz 19 Eylül Ekim 2023.


[1] (Çocukken matematik çok soyut kalıyor anlamıyorum diyen öğrenciler vardı. Böylesine güçlü bir tanımın altını dolduramayan zihinler için “somut veri vardır peki soyut veri nedir?” sorusunu Buzdokuz’un 17. sayısında “gençliğe başka bir hitabe bizo” adlı şiirimde yönelttim. Cevabını ise kendi hayatımda peyderpey pekiştirdim. Soyut veri varlığını başka nesne üzerinden anlayabildiğimiz veridir. Soyutsa varlığı yok ama başkası üzerinden anlaşılıyor varlık var. Örneğin tam sayılar. Varlıkları yoktur ama başka nesneler üzerinden sayılabilirler/anlaşılabilirler; yani varlıkları vardır. İşte yukarıdaki tanımımızdaki hayal edilemeyen soyut veriler binary digit(bit)’in ta kendisidir.)

[2] (Çünkü bilincimiz kesiklidir. Dolayısıyla anlam da kesiklidir. Ve dolayısıyla Freud haklıdır. Çünkü kelimeler anlamı sürekliymişçesine var etme büyüsüdür.)

[3] Buzdokuz dergisi “Şiirin mecraı, beyaz boşlukla sınırlanamaz” düsturunca bu türden ayrık (dijital) şiirler için bir öncü yuva misyonunu edebiyat dünyasında üstlenmektedir.