Nesnel Eleştiri Dört Koldan

Burak Ş. Çelik

I. Asım Bezirci

Bilimsel eleştiriyi savunan Asım Bezirci’nin (1927-1993), eleştiri üzerine yazdığı teorik yazılarda ve bu alanda verdiği uygulamalı örneklerde “genel olarak” bilimsel bir yol benimsediği söylenebilir. Zira Orhan Veli hakkında yazdığı kitabında, zaman zaman dayanaksız güzellemeler ve olumsuz öznel yorumlar dile getirse de O. Veli’yi oldukça detaylı analiz etmiş ve iddialarını kanıtlarla desteklemiştir. Ayrıca şairi eleştiri nesnesi yapmadan önce ilgili kaynakları oldukça detaylı incelemesi ve şairle ilgili kitapları, antolojileri, tezleri, müstakil yazıları, şiirleri ve söyleşileri kitabının sonunda listelemesi, Bezirci’nin bilimsel bir yöntemi benimsediğine işaret eder. Ne var ki bilimsel eleştiriyle bağdaştırılamayacak söylemleri de oldukça fazladır.

“Günün edebiyat eserlerini toplumsal bir hareketin idealleri temelinde çözümleyip değerlendiren ve böylece kendi özgül görevini yerine getiren eleştirmen” (1984, 47-48) diye söze başlayan Pospelov, Marksist eleştirmeni tarif etmektedir. Toplumsal bir hareketin ideallerinden kastı Marksizm’in idealleridir. Bezirci’nin eleştirel tözünün de bu usul üzerine inşa edildiği söylenebilir. Bezirci, O. Veli’yle ilgili kitabında “[B]elki O. Veli tam anlamıyla bir devrim şairi olmamıştır, ama tam anlamıyla bir şiir devrimcisi olmuştur.” (1972, 127) diyerek devrim kelimesini zihnimizde sık kullanılanlar arasına kaydeder. Bu cümle elbette O. Veli’yi övmekte ve yüceltmektedir, ancak “devrim şairliğini” de “şiir devrimciliği” ile aynı düzleme çeker.

Bezirci, evet, Marksist eleştirmenler gibi davranır. Marksist eleştirinin ise -çokanlamlılığa ve müphemliğe karşı tahammülsüz oluşu göz önünde bulundurulduğunda- onun, asemik gibi anlam belirsizlikleri yaratan ve bunu savunan ya da çokanlamlı bir düzlemde yer alan yeni yazı/şiir biçimlerini anlamada yetersiz olduğu açıktır. Böylece tek anlamlılıktan ve tipiklikten yana olan Marksist eleştiri ve dolayısıyla Bezirci, farklı birçok anlayışın ve tekniğin iç içe geçtiği günümüz şiirini anlayıp yorumlamada yetersiz kalacaktır.

Marksist eleştiriyi tek bir boyutta ve statik manada değerlendirmek doğru olmaz. Günümüz dinamik şiiri, yaratıcı imgelemlerle ve bilhassa Batı menşeli ve bazen kendinden menkul yeni tekniklerle dinamizmini nasıl koruyorsa ve bir yılanın deri değiştirmesi gibi vakti gelince yeni bir hâle bürünüyorsa Marksizm de zıtlıkların diyalektik birlikteliği, grotesk, çirkinlik, belirsizlik, karnavallaşma, çokseslilik ve karmaşa gibi her biri birbirinden önemli kavramlar ortaya koyan Bakhtin’i çıkarmıştır. Bu yeni yaklaşım, edebiyata, edebiyat kuramına ve eleştiriye yeni bakış açıları kazandırmıştır. Bezirci ise edebiyatı -maalesef- böyle yorumlamaz. Estetik yeniliği ileriliğin tek ve yeterli şartı olarak görmez. Mutlaka [sol menşeli] bir politik devrimciliğin varlığını lüzumlu sayar (1975, 280). Sosyalistliği, çayın içindeki şeker gibi, yazılarında erittiğini dile getirir (1975, 329) ama bilimselliği önceleyen bir eleştirmenin “Sosyalist bilinen Memet Fuat’ın, çoğu sosyalizme sırt çevirmiş İkinci Yeniler gibi, faşist Ezra Pound’u yayımlayışına bir türlü akıl erdirememişimdir.” (1975, 287-288) diyerek M. Fuat’ı “Hoşgörü İnançsızlık ve Tutarsızlık mıdır?” başlıklı yazısında kıyasıya eleştirmesi angaje şiirin Bezirci nezdinde her daim bir-sıfır önde olduğuna işaret eder. M. Fuat’ı başka bir yerde yine “Faşist Ezra Pound’un yayımcısı sosyalist Memet Fuat” (1961, s. 168) olarak tanımlar. “Bir tek konuda da olsa, sosyalizmin düşmanlarıyla aynı noktada birleşmek Doğan’ı rahatsız etmiyor mu?” (Bezirci, 1961, 132) derken de örneğin Sezai Karakoç’u gerici olarak tanımlarken de ideoloji gözlüğünü bir kenara bırakmaz. “Kurucuları arasında Sezai Karakoç gibi sağcılar da bulunsa, İkinci Yeni’yi toptan ‘bilinçli’ bir gericilikle damgalamağa dilim varmıyor.” (1975, 280) diyerek ideolojik tavır sergiler. Ancak yine de savunduğu eleştiri anlayışının yapı taşlarından olan tipikliğe ve ciddiyete karşı ironiyi öne süren O. Veli’yi ele alma şekli Bezirci’yi iyi bir eleştirmen yapar. Zira yukarıda belirtilen dokundurmalar ve ideolojiyi önceleyen tavır haricinde metni önceleyen bir anlayış güder. Metin seçiminde ideolojik davrandığını ifade etmek herhalde daha isabetli olacaktır.

Her ne kadar Marksist eleştiri istikametinde açıklamalar yapsa da Bezirci’nin bilimsel eleştiriyi savunan söylemleri de oldukça fazladır: “Sanat gerçeği estetik bir yolla, imgelerle canlandırır, eleştiriyse yalın bir dille, kavramlarla anlatır. Sanat bir yaratmadır, eleştiriyse yaratılanı yargılama. Sanat bir kurmadır, eleştiriyse bir çözümleme vb…” (1975, 31) “Nesnel yanı ağır basan, ama öznele de pencerelerini büsbütün kapamayan gerçekçi bir davranış… Bu davranışa yaslanan eleştiriye ‘nesnel eleştiri’ değil de, ‘tümel eleştiri’, hatta ‘bilimsel eleştiri’ demek belki daha doğru olacak.” (1975, 41) “Modern eleştirinin baş konusu eserdir. Bundan ötürü, insandan (yani sanatçıdan ve eleştirmenden) çok eserle ilgilenir.” (1975, 142)

Cöntürk’ün ülkemizde öncülüğünü yaptığı Yeni Eleştiri’nin kusurlarından olan eserin değerlendirilmesinde tarihî ve toplumsal bağlamı soyutlama eğilimi Bezirci ile aşılır. Ancak Bezirci her ne kadar modern eleştiri “eserin öz ve biçimce çevre ve tarih içindeki yerini, durumunu, önemini, ayrıcalığını bulup göstermeğe çalışır.” (1975, 142) diyerek metin harici bir atmosferin de değerlendirmede dizgeleştirilebileceğini salık verse de nesnel bir bağlam yerine yanlı bir toplumsal bağlam inşa etmiş, yalınkat bir düşünceyi haiz olmuştur. Bu da doğal olarak eleştirmenliğinin güvenilirliğini zedelemiştir. Ayrıca eleştirmen sayısının arttırılmasını tavsiye etmek ve belki bu yönde bir gayretin içine girmek yerine dergicilere az sayıda şiir basmayı tavsiye etmesi de (1961, 76) bir eleştirmene uygun düşmeyecek türdedir.

“[B]en eleştirmenim, kendimi kabul ettirmeye çalışıyorum. Boşluk bulurlarsa adamı yerler. Ben onlara kendimi yedirmeyeceğim.” (aktaran İnsanokur) diyen ve bilhassa eleştiri ve çeviri alanlarında onlarca eseri bulunan Asım Bezirci bir eleştirmende bulunması gereken başlıca özelliklerden olan çalışkanlığı haizdir. Ve yine bilimsel eleştiriyi müdafaa etse de bu anlayışın teknik analiz yönünde zayıf kalmıştır. Bu yüzden büsbütün nesnel bir anlayışı benimsediği ve bilimsel-nesnel eleştirinin kurucusu olduğu söylenemez. Onu belki izlenimci eleştiriden bilimsel eleştiriye geçiş aşamasında bir “ara kuşak eleştirmeni” olarak görmek ve bilimsel eleştiri yolunda emek vermiş çok çalışkan bir eleştirmen olarak kabul etmek daha yerinde olacaktır.

Şerh: Bezirci, Orhan Veli Şairliği ve Şiirleri adlı eserinde şairin şiirindeki izlekleri fazla irdelemesi bakımından yöntemce Georges Poulet’ye (1902-1991) ve Jean-Pierre Richard’a (1922-2019) benzer. Ayrıca Edip Cansever’in materyalistliği üzerinden Sezai Karakoç’la girdiği tartışmada her ne kadar istatistik biliminden yararlanıyor görünse de bir bakımdan izlekçi eleştiri yolunu izler.

II. T. S. Eliot ve Hüseyin Cöntürk

T. S. Eliot, iki sebeple önemli bir eleştirmen olarak görülebilir. O hem kendi dönemi ve edebiyatı içinde takdir toplayan bir anlayışla çalışmalar yapmıştır hem de bu çalışmalar, eleştirel metodoloji bakımından bilhassa Cöntürk üzerinden edebiyatımızı derinden etkilemiştir. Onun bilhassa gelenek üzerine yaptığı tespitler, söz gelimi Edip Cansever üzerinden İkinci Yeni’ye etkileri, ısrarla üzerinde durduğu nesnel şiir bilinci geniş bir perspektiften ele alınabilir. Ancak bu yazıda esas mihrak, Eliot’ın şair kimliğinden öte bir eleştirmen olarak ortaya koyduğu görüşler ile Türk eleştiri tarihinde saygın bir konuma sahip olan Cöntürk’ün görüşleri arasındaki çizgiyi netleştirmek.

Hem Eliot hem de Cöntürk eleştiride objektifliği savunur. Bu konuyu Buzdokuz 2’deki yazımda işlemiştim. Gelenek ve geleneğe bakış meselesi ise iki eleştirmen için de önem arz ediyor. Özellikle Eliot, geleneği oldukça yoğun bir şekilde işliyor yazılarında: “Sahip olduğumuz kültür mirasını, inkâr etmek yerine, kullanmalıyız.” (1990, 58) diyerek ve “Geçmiş büyük şairlerin şiirdeki uygulamalarını kabul etmeliyiz; çünkü kulaklarımız onlarla eğitilmişlerdir ve bundan sonra da onlarla eğitilmelidirler.” (1990, 126-127) sözleriyle geleneğe verdiği önemi ortaya koyar. Cöntürk’te durum her ne kadar böylesine ayan beyan bir surette dile getirilmemişse de onun uygulamalarından gelenek üzerine düşündükleri hakkında çıkarsamalar yapmak mümkün. “Bana hastalığını haber veren Halûk Aker, son yıllarda divan şiiri üzerine çalıştığından söz etti, doğrusu bunlar yayınlanmalıdır. Geleneğe çok farklı taze bir yorum getireceğinden kuşkum yok.” (Hızlan, 2003) Cöntürk’ün divan edebiyatı üzerine eğilmiş olması, onun geleneğe ne denli önem verdiğinin bir göstergesi sayılabilir.

Eliot, eleştirinin büyük ölçüde belli bir din ve ahlak açısından ele alınması gerektiği üzerinde durur. Nitekim modern eleştirinin başlangıcına bir gönderme yapmak istediğinde ilk sıraya yine bir teolog olan Coleridge’i yakıştırır. Cöntürk ise tıpkı Eliot gibi, Akşit Göktürk gibi (1963) modern anlamda ilk büyük İngiliz eleştirmeni olarak Coleridge’i kabul ederken yazdığı yazılarda bilhassa Eliot’ın kastettiği manada din ve ahlak konularına dâhil olmamıştır.

Eliot, güvenilir eleştiri, şaire değil, onun eserine yapılan duygulu bir değerlendirmedir derken de, Cöntürk, şu hikâyeci, şu şair iyidir, demeden önce şu hikâye, şu şiir iyidir, demenin gerekliliği üzerinde dururken de amaç aynıdır. Yazar odaklı anlayıştan metin odaklı anlayışa geçişin, en azından yeğlenen eleştiri anlayışının işaretlerinden biri olarak görülmesi gereken bir durum bu.

Eleştirinin tıpkı şiir, öykü, resim vb. sanat dallarına benzer bir yaratım ürünü olup olmadığı meselesi de her iki eleştirmen için önemli olsa gerektir. “Hüseyin Cöntürk’ün, eleştiri anlayışı genel olarak iki temele dayanmaktadır. Birincisi, eleştirinin edebî metin üzerine kurulan bir üst dil oluşudur. İkincisi ise, metnin anlamının dış ölçülere dayanmadan kendi içinde belirlenmesidir.” (Kadızade, 2011, 190) Yani Cöntürk, eleştiriyi bir edebî dil olarak kabul etmez; onu, yaratım ürünleri üzerine kurulu bir üst dil olarak görür. Eliot ise “[e]leştirinin yaratmak için veya yaratmanın eleştiri için olduğunu söylemek aptallıktır.” (Eliot, 1990, 23) diyerek eser yaratmak ve onu eleştirmek arasında mutlak bir niyet olması hâlinin üzerine net bir çizgi çekmiştir.

Başka bir önemli mesele ise eleştirinin ya da yaratım eserinin kaynakları üzerine şekilleniyor. Eliot, araştırmada, en mütevazı bulguları bile değerli görür. Ancak metin dışı bulguları pek dikkate almaz. Cöntürk’te de durum benzerdir. “Bizce asıl önemli olan metindir. Onun çözümlenmesinde semantik, dilbilim ve gramerden, yaşamakta olduğumuz dilden, edebiyat yapıtlarından, kültürü yapan her şeyden yararlanırız. Yararlanabilirsek yazarın kişisel durumlarından da yararlanırız, ama bunlar çokluk metne dönük olmadıklarından bizi ilgilendirmez.” (Cöntürk, 2006b, 66) Ayrıca Cöntürk, ruhbilim, tarih, toplumbilim, dilbilim (formalist ve stylistic çalışmalar için) ve istatistik gibi bilimlerden faydalanılabileceği üzerinde de durur. Hatta modern eleştiri için kolektif ve iş bölümüne dair bir çalışma yöntemi önerir. Söz gelimi bir şair üzerinde kapsamlı bir araştırma yapılacaksa bir dilbilimcinin metni dilbilimsel hususiyetler bakımından (fonetik, fonoloji, morfoloji, sentaks gibi) ele alması, bir psikoloğun ruhbilimsel açıdan esere yaklaşması, bir tarihçinin ya da sosyoloğun eseri incelerken kendi alanlarındaki birikime göre çalışması ve en nihayetinde kolektif bir bilinçle eserin aydınlatılması gerekir.

Görüldüğü üzere metin sadece kendi iç dinamikleriyle tebarüz eder eleştirmenin masasında, onu kaleme alanın psikolojik durumu, biyografisi vs. hep sonradan gelir. Dil meselesi önemlidir. Bunu sadece üst dil-alt dil, eleştiri dili-yaratım dili manasında düşünürsek işimizi noksan bırakmış oluruz. Dile eleştirmen gözüyle bakmayı bir kenara bırakıp ona bir de şair / sanatçı gözüyle bakıldığında görülür ki Eliot, gerektiği zaman şairin, dili alışılmışın dışında kullandığını ve dilin imkânlarını zorladığını ifade eder, aynı zamanda şairin görevinin hem dildeki değişikliklere ayak uydurmak ve onu sınırlandırmak hem de dili geçmişteki seviyesinin altına düşürmemek için çaba göstermek olduğunu söyler (Eliot, 1990, 140). Cöntürk’te de durum pek farklı değildir. Şairin etkili bir dil kullanmak için başvurduğu yolları (kendine has kelimeler kullanır, o güne kadar şiirde kullanılmayan kelimeleri şiire sokar, yeni kelimeler türetir, kelimeleri bozup deformasyona gider…) sıralarken kelime tasarrufu hususunda Eliot’a ne denli yakın durduğu hemen fark edilebilir.

Hangi şair değerlidir, iyi şair kimdir sorularına ise iki eleştirmen de neredeyse aynı yanıtı veriyor. Eliot: “[B]ir şairin değerini ölçerken, onun millî şuura yeni bir şey getirip getirmediği ve bunları yeni bir şekilde ifade edip etmediği, üzerinde durulacak noktalardır.” (Eliot, 1990, XIV-XV) derken, Cöntürk, aynı durumu: “İyi bir şair olmanın en az iki koşulu var: Klişeleşmiş dille yazmamak ve bir şeyler getirmek.” (Cöntürk, 2006a, 319) şeklinde ifade etmiştir. İki eleştirmen de büyük şair, küçük şair, gerçek şair, gerçek olmayan şair ayrımları üzerinde dolaylı ya da doğrudan duruyor. Ancak duruyor derken, günümüzdeki gibi birtakım büyük şairler, büyük Türk şairleri, en büyük şairler kabilinden putlar yaratılmıyor. Daha çok “gerçek şair” konusu ön plana çıkarılıyor. İki eleştirmenin bu yönü de benziyor birbirine. Eliot, çağdaşlarımızın büyük olup olmadıkları üzerinde çok durmamalıyız, onların “gerçek” şairler olup olmadıklarını araştırmalıyız ve bu konudaki yargıyı en iyi jüriye, “zamana” bırakmalıyız, derken; Ahmet İnam, Cöntürk’le ilgili bir anısında şöyle diyor: “İlhan Berk üzerine yaptığım bir çalışmadan son derece rahatsız olduğunu hatırlıyorum. Beni şöyle eleştirmişti: Sen İlhan Berk üzerine kendine göre birtakım teknikler uygulayarak yazılar yazıyorsun. Ama İlhan Berk şair midir acaba? Yani önce şiir değeri olan bir şey üzerinde oturulur, çalışılır ve ona çözümleme teknikleri uygulanır. Ama şiir değilse o zaman bu kadar tekniğin ne anlamı vardır?”(İnam)

Eliot, üç önemli hususun altını çizer ve söz konusu her bir hususiyete bir şair yakıştırır. Söz konusu hususiyetler; verimlilik, çeşitlilik ve bütünlüktür. Bu üç özellik de yine nadir büyük şairlerin vasıflarından görülür. Verimliliği Dante’ye (ki Dante, Eliot’a göre en evrensel şairdir), çeşitliliği Goethe’ye (botanik gibi birçok bilimle haşir neşir olduğu için) ve bütünlüğü ise Shakespeare’e (eserlerine toplu bir şekilde bakıldığında bir bütünlük arz ettiklerinden) yakıştırır. Cöntürk ise: “Sanatçı, özel olanı genelleştiren (Goethe), evrenselle özeli birleştiren (Schiller), ortak ruhu ortaya koyan (Jeffry), evrenseli kişileştiren ve geneli özelleştiren (Hegel) bir kimsedir.” (2006a, 46) diyerek büyük şairin ya da sanatçının tanımını başka türlü yapmıştır.

Görüldüğü üzere T. S. Eliot ve H. Cöntürk, bire buçuk ekleyen birtakım ayrımları dışarda bırakırsak birbirine gayet yakın görüşler öne sürmüştür. Bu bakımdan Hüseyin Cöntürk’ün -diğer beslenme kaynaklarını dışarıda bırakırsak- bilhassa eleştirel metodoloji bakımından Eliot üzerinden edebiyatımızı etkilediği ve şekillendirdiği söylenebilir.

III. Eser Gürson

Eser Gürson, tamamı doğrudan şiirle ilgili olmayan yirmi üç yazıdan müteşekkil Edebiyattan Yana adlı kitabındaki yazılarla, belki de en az eleştiri metni yazmış eleştirmenimizdir. Dolayısıyla bu kadar az yazıyla eleştiri tarihimize dâhil oluşuyla dikkatleri üzerine çeker.

Edebî tahlillerin yerinde yapılabilmesi ve eleştiri geleneğimizi doğru ortaya koyabilmek için eleştirmenlerin diğer eleştirmenler hakkındaki görüşleri önemlidir. Özellikle Amerikan Biçimciliği’ne yakınlığıyla bilinen Gürson, diğer birçok eleştirmen gibi İkinci Yeni’yi bir akım olarak kabul etmezken şiirin elini kolunu bağladığı şeklinde yargılanan (Fuat, 1960, 71) Birinci Yeni ile ilgili Memet Fuat gibi düşünür: “Böylece gelişebilme olanakları kapanan Birinci Yeni akımı kısa bir süre içinde hadımlaşmıştır. O yüzlercesi arasından ne şair yaradılışlılar yok olup gitmiştir bu anlayışsızlık içinde!” (Gürson, 2001, 52) Fuat hakkındaki görüşünü ise şu cümlelerle ortaya koyar: “Memet Fuat önemli bir boşluğu doldururdu o yıllarda. Ağırlığı olan bir denge öğesiydi. Geniş bir görüngeden devinerek yıl yıl seçer, ayıklar, derlerdi edebiyatı. Okurların ilgisini niteliğin üzerine çekmekte başarılıydı.” (2001, 121) Gürson’un hakkında yazı yazdığı tek eleştirmen ise Mehmet Kaplan’dır: “Kaplan’ı kökte -Batıda çoktan modası geçmiş olan- saltçı eleştiriye bağlayabiliriz. Ayrıca onda saltçı eleştiriyle gelen güdümcü, inakçı, öznel eleştirilerle, nesnel eleştiri kırıntılarının bir bileşimini de buluyoruz.” (2001, 126)

Gürson üzerine okuyup yazmaya başlamadan önce şu soru zihnimin arka planında hep diriydi: Gürson, Amerikan Biçimciliği’nin Türkiye’deki en önemli temsilcisi olan Cöntürk’ün edebiyatımıza kazandırdığı yeniliklerin ve ufuk açıcı yöntemlerin üzerine ne koymuştur ve onun Cöntürk’le birlikte anılmasını sağlayan benzer ve ayırıcı özellikler nelerdir?

Eleştiri kuramcıları ve eleştirmenler için en büyük handikaplardan biri kuramdan önce koyulan kriterlerin zamanla bir doktrine dönüşmesi tehlikesi ve bu doktrinlerin, sahipleri tarafından vazgeçilmez bir hale gelmesidir. Bu anlamda Cöntürk’ün de Görson’un da hazır kriterlere yaslanmak yerine böylesi bir hatayı pekâlâ bünyesinde barındıran Amerikan Biçimciliği’nin de içinde kalarak “esere özgü eleştiri” yaptıkları söylenebilir. İki eleştirmenin benzer yönleri bununla sınırlı değildir. Gürson, Eliot’ın “[S]alt orijinal olan salt kötüdür.” (Aktaran: Gürson, 2001, 11) kabilinden çeşitli sözlerini alıntılayarak gelenek bahsinde Cöntürk ile aynı düşündüğünü ortaya koyar. Yine Gürson, “Bir şairin geniş okur yığınlarına seslenebilmesi, kolektif hayatın nesnel kıldığı temleri konu edinmesiyle mümkündür.” (2001, 56) ifadeleriyle de Eliot’ın objektif karşılık (objective correlative), ortak şuur (collective subjectivity) ve evrensel insan tecrübesini vermek kavramlarına Cöntürk’le birlikte bağlanabilir.

İki eleştirmen arasındaki temel farklardan biri Gürson’un sadece şiir eleştirisi çerçevesinde kalmayıp öykü ve roman eleştirisi de yapmasıdır. Ayrıca, Yeni Eleştiri’yi tutmasına karşın az sayıda yazdığı yazıya bakarak Gürson’un metodik açıdan Cöntürk’ten daha esnek davrandığı, dolayısıyla Yeni Eleştiri’yi esnettiği söylenebilir. Örneğin İsmet Özel hakkında yazdığı “Geceleyin Bir Koşu” başlıklı yazısında Özel’i psikolojik bir perspektifle tahlil etmiştir ki bu bir açıdan oldukça sorunlu bir yaklaşımdır. Çünkü Yeni Eleştiri eserlerin incelenmesinde diğer bilimlerden de yararlanılması gerektiğini ortaya atsa ve hatta Cöntürk bu disiplinler arasında psikoloji, tarih, toplumbilim, dilbilim ve istatistik bilimlerini saysa bile Cöntürk’ün burada uzman görüşüne başvurulması gerektiği yönünde bir düşüncede olduğu varsayılabilir.1 Aksi hâlde örneğin psikoloji alanında ihtisas sahibi olmayanların psikoloji disiplini çerçevesinde değerlendirilebilecek türde yorumları, niyet okuma düzeyinden öteye geçemeyecektir ki bu durum da pek tabii olarak izlenimci bir hava yaratacaktır. Gürson bu bağlamda İsmet Özel hakkındaki yazı başta olmak üzere incelemelerinde ziyadesiyle psikolojik tahliller yapmıştır. İsmet Özel’in kişiliğini analiz edip şiirleriyle söz konusu kişilik arasında bağlar kurmuş ve metni o kadar az söz konusu etmiştir ki bu durum onun öznel bir eleştirmen gibi görünmesine sebep olur. Yani Cöntürk metni “aşırı” ön plana alır ve doğrudan eleştiri nesnesi haline getirirken Gürson metnin açımlanmasında haricî unsurları da gözetir.

İki eleştirmen arasındaki bir diğer fark ise Cöntürk’ün nesnel estetiğe (esthétique objective), Gürson’un pozitif estetiğe (esthétique positive) bağlı görünmesidir. Yani Cöntürk, sanat eserinin, dışımızdaki nesnel bir gerçekliği yansıttığını düşünürken Gürson, sanat eserini tarihsel ve toplumsal koşullar içinde değerlendirir. Hegel’in, sanatı tarihî bağlamda bir hiyerarşi içinde düşündüğü göz önünde bulundurulursa Gürson’un Hegel düşüncesine yakın olduğu da söylenebilir. İşte Gürson’un Cöntürk karşısında en büyük artısı da buradadır. Zira Gürson, metni “tek” başına değerlendirmeye tâbi tutmaz. Söz gelimi 60 kuşağından bir şairi eleştiri konusu ederken dönemin toplumsal şartlarını da göz önünde bulundurarak Yeni Eleştiri’nin kusurlarından olan eseri tarihsel ve toplumsal bağlamdan soyutlama geleneğini böylece revize etmiş olur. Ancak bunu dengeli bir şekilde yaptığı söylenemez. Çünkü teknik analiz yönünden Cöntürk’ün gerisinde kalır. Cöntürk şiirden dizeye, dizeden kelimeye inerek kelimelerin birbiriyle olan münasebetini tahlil ve tenkit ederek çok daha minimal düzeyde analizler yaparken ve şiirsel teknikler üzerinde uzun uzun dururken Gürson, çoğu kez dize örneği vermekten dahi kaçınır. Eleştiri yazılarında daha çok bilgilendirici uzun giriş yazıları yazmayı tercih etmiştir.

“On yıldır nesnel eleştirinin varlığından söz ediliyor. Bu yolda kaç başarılı örnek konuldu ortaya?” (2001, 119) sözleriyle nesnel eleştirinin yeterli düzeyde gelişemediğini ifade eden Gürson, düşündüğü birçok projeyi gerçekleştiremeyerek altmış bir yaşında aramızdan ayrılmıştır.

Edebî görgüsü ve yazılarının niteliği dışarıda tutulursa Gürson’un nicelik olarak yeterli yazı yaz(a)mamış olması, hakkındaki değerlendirmelerin sağlıklı yapılabilmesinin önündeki en büyük engeldir.

Buzdokuz Sayı 10, Mart Nisan 2022.

KAYNAKÇA

Bezirci, A. (1961). Çok Kapılı Oda. İstanbul: Ataç Kitabevi.

Bezirci, A. (1972). Orhan Veli Şairliği ve Şiirleri. İstanbul: Oluş.

Bezirci, A. (1974). İkinci Yeni Olayı. İstanbul: Tel.

Bezirci, A. (1975). Bilimden Yana Sosyalizme Doğru. İzmir: Cem. 

Cöntürk, H. (2006a). Çağının Eleştirisi: Birinci Kitap. İstanbul: Yapı Kredi.

Cöntürk, H. (2006b). Çağının Eleştirisi: İkinci Kitap. İstanbul: Yapı Kredi.

Eliot, T. S. (1990). Edebiyat Üzerine Düşünceler. Çev. Sevim Kantarcıoğlu. Ankara: Kültür Bakanlığı.

Fuat, M. (1960). Düşünceye Saygı. İstanbul: De.

Göktürk, A. (1963). “İngiliz Eleştirisine Bir Bakış”, Türk Dili (Eleştiri Özel Sayısı) 142.

Gürson, E. (2001). Edebiyattan Yana. İstanbul: Yapı Kredi. 

Hızlan, D. (2003). “Cöntürk Sessiz Sedasız Aramızdan Ayrıldı”, Hürriyet. 26 Haziran 2003.

Kadızade, E. D. (2011). “Hüseyin Cöntürk ve Yeni Eleştiri” TÜBAR-XXIX, s. 189-199.

Pospelov, N. G. (1984). Edebiyat Bilimi I, (Çev. Yılmaz Onay). Ankara: Bilim ve Sanat.

İnam, A. http://www.siirpenceresi.com/poetikmetinler/ahmet_inam07.htm

“Asım Bezirci Eleştirisi” https://www.insanokur.org/asim-bezirci-bir-insan-olarak-her-turlu-guzelligi-koruma-sorumlulugunu-tasiyan-caliskan-yurekli-bir-karinca/ (Erişim tarihi: 09.09.2021).

[1] Cöntürk’ün bu bilimler arasında psikolojiyi sayması ve “Yararlanabilirsek yazarın kişisel durumlarından da yararlanırız, ama bunlar çokluk metne dönük olmadıklarından bizi ilgilendirmez.” (2006b, 66) sözleri arasındaki tezadı Buzdokuz 2’de “Artıları Eksileri ve Çelişkileriyle Cöntürk” adlı yazımda eleştirmiştim.