
Görsel: Kubikino #73
Read in English: https://www.buzdokuz.com/2025/02/carolina-melis-on-kubikino-human-face-choreography-and-postmodernism-in-the-context-of-contemporary-generative-art/
Söyleşi ve Türkçeye çeviri: Ömer Faruk Karaşahan
Bu söyleşi ilk kez bu internet sitesinde (buzdokuz.com) yayımlanmaktadır. Alıntılarda kaynak göstermek için bu bağlantı kullanılmalıdır.
Geleneksel eğitimden gelen bir sanatçı olarak, Kubikino’yu tasarlamak ve inşa etmek için kreatif yazılımcı Enrico Penzo ile iş birliği yaptınız. İlhamınızı veya önsezinizi algoritmik sanat olarak uygulanmaya müsait, daha teknik konseptlere dönüştürmek konusunda zorlandığınız oldu mu?
Enrico Penzo ile çalışmak hem bir meydan okuma hem de bir fırsattı. Herhangi bir yaratıcı iş birliğinde, etkili iletişim can alıcı bir öneme sahiptir ve işin zorluğu da buradadır. Enrico ile sürekli etkileşim hâlinde olmak, fikirleri koda bile dönüştürmeden teyit etme fırsatını bize sağladı.

Algoritmik sanatı bir tohum ekmeye benzetiyorum. Geleneksel sanatçılar nihai sonuca odaklanma eğilimindedirler. Algoritmik sanatta ise yaratıcı süreç; talimatları belirleme, temeli atma ve tohum ekme adımlarını içerir. Kod bir kez tamamlandığında ve sanat ortaya çıkmaya başladığında, artık koda müdahale edemem. Son derece hayret verici bulduğum bu yaklaşım, çağdaş sanatın şu an gitmekte olduğu yöne işaret ediyor.
Kubikino projesinin kendisinden öte; önemli zorluklardan biri, nispeten daha geleneksel çağdaş sanat eleştirmenleri tarafından kabul görmekti. Kısmen bağlamından ve piyasasından kaynaklanan nedenlerden dolayı, algoritmik sanata yönelik hatırı sayılır bir şüphecilik vardı. Ben, alınıp satıldıkları ekosistemlerin kapsamı dahilinde, NFT’leri sanatsal dışavuruma ve blokzincir teknolojisiyle etkileşime müsait bir medyum olarak görüyorum. Bununla beraber; son yıllarda, özellikle de Art Blocks gibi platformlarda sergilenen işler vesilesiyle algoritmik sanat etrafında şekillenen söylemin sanat tarihinde iz bırakacak bir fenomen olduğuna inanıyorum. Sanatçıların yeni teknolojilerin yükselişine, yapay zekânın benimsenmesine ve “prompt”ların, talimatların ve kuralların yaygın bir pratik hâlindeki kullanımına karşılık verdiğini gözlemlediğimiz bu dönem; gelecek nesiller için bir dönüm noktası olacaktır. “Long-form”1 algoritmik NFT sanatı; sanatın ne olduğuna, nasıl yaratıldığına ve kimin sanatçı olabileceğine dair süregelen söylemi genişletmiştir ve ben de bu tartışmanın bir parçası olmaktan heyecan duyuyorum.
“Pareidolia”, basit ve aslında anlamsız geometrik şekillerden anlamlı örüntüler (genellikle, insan yüzleri) çıkarmaya dayalı bir doğa olayıdır. Eseriniz, insan yüzünü vurgulayarak, bu fikri kimlik ve aynılık kavramlarıyla bağdaştırıyor. Bir “long-form” NFT koleksiyonunun kapsamında yer aldığı için her parça eşsiz ve değiştirilemez niteliklere sahip, ki bu da tanımlamış olduğunuz bağlamı destekliyor. Kubikino’nun arkasındaki kilit fikir bu mu?

“Pareidolia” kavramını öne sürdüğünüz için teşekkür ederim, kesinlikle çalışmamın arkasındaki fikirle uyuşuyor. Çekirdeği oluşturan konsepte derinlemesine dalmadan önce, “long-form” algoritmik sanatın bağlamı ve anlamı üzerine düşünmek için kayda değer bir zaman harcadım. Bu sanat formu, bir yönüyle, genellikle tekli eserlerin biricikliğinin kıymetli kabul edildiği çağdaş sanat pratiklerinin karşısında duruyor. Burada ise benzer ancak ince farklar barındıran kopyalardan meydana gelecek bir koleksiyon tasarlamak zorundaydım.
Aklıma, “diğer herkes kadar eşsiz” veya “aynı şekilde farklı” gibi vecizeler geldi. Bu ifadelerin atıfta bulunduğu şey; geleneksel özgünlük kavramlarının sorgulandığı, orijinal ve türetilmiş arasındaki sınırın bulanıklaştığı ve seri üretilen kültürel ürünlerin genellikle benzer bireysellik dışavurumlarına yol açtığı post-modern tanımlardır.
Bununla birlikte, topluluk duygusu ve bir grubun bünyesindeki benzersizlik üzerine olumlu bir bakış açısı sunmayı amaçladım. Bireyselliğin ortadan kaldırılmasından ziyade aidiyeti, aileyi ve kolektif bir çalışma bütününün birleştirici gücünü vurgulamak istedim. Bu nedenle “yüzler” kavramını öne sürdüm. Buradaki fikir; küçük ayrıntıların bile, ancak birbirleriyle karşılaştırıldıklarında fark edilebilen muazzam kişilikler dizisi yaratabileceğidir. “Pareidolia” bağlamında her Kubikino eşsiz bir şeye benzetilebilir; bir aslana, bir krala veya hatta bir rock yıldızına, tıpkı KUBIKINO #278’de beliren Kiss grubu üyesi Gene Simmons gibi.

Kubikino #278
Projeye kişisel bir bağlam da kazandırmak gerekirse, bu koleksiyon benim de bir parçası olduğum Birleşik Dünya Kolejleri (UWC: United World Colleges) hareketini onurlandırmak ve onlara destek olmak amacıyla oluşturuldu. UWC; insanları, ulusları ve kültürleri barış ve sürdürülebilir bir gelecek hedefiyle birleştirmek için eğitimi kullanan küresel bir harekettir. Kubikino’nun satışından elde edilen gelirin bir kısmı UWC Adriyatik Fonu’na aktarıldı ve ben de sanatın bir katkı sağlayabilmesinden gurur duyuyorum.
Kubikino, kendi sitesinde de açıklandığı gibi, 25 kareden oluşan bir ızgaraya dayanmaktadır. Belirli düzenleme ve döndürme kurallarına bağlı olarak, algılanan farklı ruh halleri ve kişiliklere sahip birçok farklı yüz ortaya çıkıyor. Planınız, her dizilimin bir insan duygusuna karşılık geldiği dil benzeri bir kod oluşturmak mıydı?
Evet, planımız iyi bir tasarım ile benzersiz kişilikleri ifade etmek arasında doğru dengeyi kurmaktı. Bu amaçla, titizlikle tanımlanmış bir dizi kurala göre bir araya getirildiğinde her zaman farklı bir kimlik ortaya çıkaracak kapsamlı bir kütüphane geliştirdim. Tasarımda aşırı minimalizme olan hayranlığım zamanla daha da arttı ve beni aşırı özcülük (“extreme essentialism”) olarak adlandırdığım şeye, yani en azla en fazlasını elde etme sanatına doğru itti.
Bu projede, tüm şekiller en basit formlardan –bir karenin içine yerleştirilmiş bir daireden– türetilmiş ve siyah ile beyazın yanına eklenen ana renklerle sınırlandırılmış bir renk paleti kullanılmıştır. Bu minimalist yaklaşım; şaşırtıcı bir şekilde mutluluk, can sıkıntısı veya açlık gibi karmaşık insan duygularının tasvir edilmesine olanak tanıyor. Bu duygular, görünüşte basit değişkenler aracılığıyla aktarılıyor: dairelerin boyutu, rengi ve ızgara üzerindeki konumu.
İnsan zihni hakkında sonsuz derecede ilgi çekici bulduğum şey, bu tür temel uyaranlardan zengin anlatılar çıkarma kapasitesidir. Hikâyeler örme veya minimal görsel ipuçlarından duygular çıkarma konusundaki bu bilişsel yetenek, çalışmalarımın merkezinde yer alıyor. Bir sanatçı olarak benim süregelen meydan okumam, en sade unsurlar aracılığıyla hikâye anlatma sanatında ustalaşmaktır. Sadece birkaç iyi seçilmiş şekil ve renkle insan deneyiminin tam bir spektrumu nasıl çağrıştırılabilir? Bu soru sadece sanatsal pratiğimin sınırlarını test etmekle kalmıyor, aynı zamanda insanın hayal gücü ve yorumlama kapasitesini de yüceltiyor.
Görünüşe göre, bu projenin ilham kaynaklarından biri de sizin eğitimini almış olduğunuz koreografiydi. Algoritmik sisteminizin kombinasyonlarından meydana gelen her bir edisyon; yalnızca duyguyu değil, aynı zamanda hareketi de kaydetmeye ve belgelemeye yönelik bir girişim. Kubikino’nun bir dans notasyonu gibi işlediğini söyleyebilir miyiz?
Dans kavramını araştırmaya, geleneksel sanat formlarının sınırlarını zorlaması ve kalıpların dışında düşünmeyi teşvik etmesiyle bilinen İngiltere’deki Dartington College of Arts’ta geçirdiğim süre zarfında başladım. O zamanlar, hem yazma eylemini hem de dansı tasarlama sanatını kapsayan “koreografi” tanımı ilgimi çekmişti. Bu tanımın, algoritmik sanatçıların yaptıklarını tam olarak yansıttığını gördüm. Eser, hem bir nota partisyonu hem de bir çıktıdır. Nota (kod), sanattır.
Koreografiyi sahnede dans eden, seyirci önünde müzik eşliğinde hareket eden bedenler olarak düşünmeye alışkınız. Ancak benim tanımıma göre koreografi; mekân, zaman, dinamikler ve sahnedeki bedenler arasındaki ilişki kavramları çerçevesinde hareketi organize etmekle ilgilidir. Laban’ın hareket teorilerine atıfta bulunan bu bağlamda Kubikino; koreografik olarak tasarlanmış, 5×5 boyutundaki bir ızgara üzerinde sahnelenen, bir dizi bireysel rutinden ve bunların birbirleriyle ilişkili varyasyonlarından ibaret bir eserdir.
Eğer başka bir generative/algoritmik iş birliği üzerine çalışıyor olsaydınız, yeni proje hangi yönleriyle Kubikino’dan farklı olurdu?
Yeni bir proje üzerine düşünmekteyim ve yakın gelecekte yayımlama ihtimalini de dışarıda tutmuyorum. Bir sonraki projem muhtemelen çok farklı olacak: Bu kez yüzlerden ziyade örüntüler hakkında. Ancak bu yeni projeye başlamadan önce dijital sanatın bağlamı ve dijital ile fiziksel dünya arasındaki –fijital (“phygital”) olarak adlandırılan– ilişki hakkında daha fazla araştırma yapmak istiyorum. Bence algoritmik sanat ve genel olarak dijital sanat için bir sonraki adım; bağlamını internetin veya blokzincir ortamının ötesinde bulmak ve sanatın farklı bağlamlarda nasıl sunulacağını keşfetmek olacak. Şu anda yepyeni bir dünya şekilleniyor.
- Çevirmen Notu: Türkçede doğrudan karşılığı bulunmayan “long-form” tabiri, algoritmik sanat bağlamında özel bir anlama gelmektedir. “Long-form” niteliği taşıyan bir algoritmik sanat eserinde, algoritmanın tüm sonuçları aynı anda ve birbirini tamamlayıcı şekilde ele alınır. Dolayısıyla; bu tip koleksiyonlarda, asıl sanat eserinin sonuç mu yoksa süreç mi olduğu tartışılabilir. Buna karşın; bir algoritmanın çıktıları arasından, yalnızca sınırlı sayıdaki bir dizi varyasyonun seçilip sergilendiği formata ise “short-form generative art” denir.